Geçtiğimiz hafta yıllık iznimden bir bölümünü kullanmak üzere Aydın'a gittim. Ankara'dan yola çıkmadan önce Aydın'a gideceğimi duyan arkadaşlarımdan bazıları, "Bu soğuk günlerde iyi düşünmüşsün, git Aydın'da biraz ısın" dediler. Çünkü, bu sene yoğun bir kar yağışını hala göremesek de, son günlerde başkentte hava buz gibiydi.

Aydın'a gelmesine geldim de, sanki soğuğu da beraberimde getirmişim gibi oldu. Gelişimin ilk günlerinde, özellikle akşam ve gece vakitlerinde hava gerçekten çok soğuktu. Sanki bizim gelişimizi bekliyormuşcasına, yıllardır yağmayan karın yağışına, buz gibi esen fırtınaya, bardaktan boşanırcasına yağan yağmura, hatta anne-babamın köyüne gittiğimde aniden bastıran dolu yağışına şahit oldum.

Termometreye göre hava sıcaklığı Ankara'dan daha yüksek olsa da, saati saatine uymayan değişken hava Ankara'da üşümediğim kadar üşütmüştü beni.

Çine'de kaldığım bir haftalık süre içerisinde sadece soğuk havaları değil, birkaç gün de bahardan kalma günleri yaşadım. Kosacası, Aydında geçirdiğim bir haftalık süre içerisinde neredeyse tüm meteorolojik olayları yaşadım desem yalan olmaz. Hal böyle olunca, böylesine çabuk değişen havalarda hasta olmamak sanki mümkün değil gibi...

Aydın'a (daha doğrusu doğup büyüdüğüm Çine'ye) geçen hafta yağan kar, "az olanın değerli olduğu" gerçeğini hatırlattı bana. Ağırlıklı olarak yüksek bölgelere yağmış olsa da, bir günlük kar yağışı ile şehirde adeta bayram havası hakim oldu. Yerleşim yerlerini çevreleyen karla kaplanmış yüksek tepeler ve dağlar, uzun zamandır kar görmeyen halk tarafından adeta istilaya uğradı. Çocuklarını yanlarına alan aileler dağlarda karın keyfini doyasıya çıkardılar. Yaptıkları irili ufaklı kardan adamların resimlerini sosyal medya üzerinde paylaşanların haddi hesabı yoktu. Hatta, evlerine dönüşlerinde torbalar içerisinde kar getirenleri bile gördü bu gözler...

Sözün özü, yazın Erzurum'da kavurucu sıcak neyse, kışın Aydın'da yağan karın da aynı manaya geldiğini anladım. Hani Erzurumluyu Cehenneme atmışlar da "Oh be! Sırtım ısındı" demiş ya, Aydınlı da kırk yılda bir kar görünce sevinçten deli oluyor ve adeta bayram ediyor işte...

Aslında buraya kadar anlatmak istediğim, ne Aydının sıcağı, ne de Erzurumun soğuğu. Niyetim Aydın'ın iklim yapısını ya da meteorolojik durumunu vermek de değil. Söylemek istediğim şey, nadir olan şeylerin değerli olduğudur. Yani, pek çok kimsenin zannettiğinin aksine, lüks olan değil az olan değerlidir.

Lüks kavramı, tıpkı zenginlik gibi, göreceli bir kavramdır. Yani bir şeyin lüks ya da değerli olup olmadığının cevabı verilirken "kime göre" olduğunun da belirtilmesi gerekir. Mesela güvenlikli ve şatafatlı, akıllı, boğaza tepeden bakan, sadece dairenize çıkan özel asansörler, ithal banyolar vs gibi özellikleri olan bir ev çoğu kişi tarafından lüks sayılırken, bu türden evler sokaklarda yaşayan evsizlerin ise hafsalalarının bile almadığı konutlardır. Düşünün bakalım, onlar için, başlarını sokacakları basit bir gecekondudan daha lüks bir konut var mıdır? Ya da gecekonduda yaşayıp eski bir soba ile ısınmaya çalışan bir aile için kaloriferli bir apartman dairesi saray sayılmaz mı?

Bütün bunları düşündüğümüzde, “lüks ya da değer" kavramlarının kişinin yaşam standartlarına ve imkanlarına  göre değişkenlik gösterebileceği gerçeğine ulaşıyoruz. Tıpkı, Aydınlı biri için karın, Erzurumlu biri için de güneşin çok değerli ve mutluluk verici bir hadise olması gibi...

Öte yandan, hiçbir paranın satın alamayacağı değerler de vardır; tıpkı sağlığımız gibi. Mezarlıklar trilyonları olduğu halde hastalıklarına çare bulamayıp bu dünyaya veda eden nice zenginlerle dolu. Bunun en taze örneklerini içinde bulunduğumuz günlerde yaşamıyor muyuz? Corona denen illete karşı koymak için nice varlıklı insanların paraları fayda etmedi. Hatta, pek çok hastayı tedavi edip hayata döndüren doktorların ilimlerinin kendilerine bile fayda etmediğini gördük.

Söylemek istediğim şey, değer kavramı kişiden kişiye değişen ve bazen de anlamsız hale gelen bir kavramdır. Siz cebinizdeki paranın ya da beyninizdeki ilmin çok değerli olduğunu düşünürsünüz ama, zaman gelir bunların hiçbir işe yaramadığını görürsünüz. Mesela, paranız vardır ve canınız da çeker, ama şeker hastası olduğunuz için bir dilim tatlıyı dahi ağzınıza koyamazsınız. Bu nedenle, herşeyi değerliyken ve anlamlıyken yaşamak lazım...

Esen Kalın...