Irk, cinsiyet, toplumsal konum veya din gibi sebeplerle bir gruba ya da kişiye farklı davranılmasına ayrımcılık denir.

Pozitif ve negatif olarak ikiye ayrılsa da, asıl dikkat çeken türü negatif ayrımcılık, münhasıran da ırkçılıktır.

Tarihin çok eski dönemlerinden beri insanlığın yüz karası olan negatif ayrımcılık, “Bir kişi veya gruba yaş, ırk, milliyet, dini inanç, cinsiyet, engellilik, medeni durum, toplumsal konum veya diğer kişisel özellikleri nedeniyle başka kişi veya gruplara göre negatif manada farklı davranılması” durumudur.

Bu tür bir ayrımcılıkta, ayrımcılığı uygulayan taraf kendisini üstün ve ayrıcalıklı, fakat diğer tarafı ikinci sınıf olarak görmekte, asimile etmeye çalışmakta ve hatta kendisinin hakaret, tehdit ve küçük düşürme konularında yetkin olduğunu düşünmektedir. Oysa ki kendilerini üstün sananlar, gerçekte üstün olmayabilirler. Tıpkı 2007 yılında Nobel ödülü alan DNA’nın babası James Watson gibi.

Watson, herkesin tüylerini ürperten bir konuşmasında Afrikalıların genetik açıdan diğer ırklardan daha aşağı olduğunu söylemiş, fakat birkaç hafta sonra kendi DNA’sının Avrupalı ortalamasının 16 katı Afrikalı geni taşıdığı ortaya çıkınca da ne diyeceğini şaşırmıştı.

Negatif ayrımcılık sebebiyle toplum bireyleri birbirlerinden nefret etmeye başlar ve nefret boyutu her geçen gün daha da artar.

Negatif ayrımcılığın yaygın bir alt türü olan ve insanların "insan olmalarından kaynaklanan" haklarına doğrudan saldırı manası taşıyan ırkçılık, bireylerin veya toplumların ırk özelliklerinden dolayı farklı muamelelere maruz bırakılmaları, dışlanmaları veya kısıtlanmaları demektir.

Günümüz devletlerinin çoğu, teorik olarak insan haklarının arkasında ve ayrımcılığın karşısında yer almakla iken, ne yazık uygulamada farklı davranmakta, ayrıma tabi tuttukları insanları ve grupları “demokratikleştirme ve ehlileştirme” adı altında hor görmekte ve baskı altına almaktadırlar.

Yerli halka, siyahi insanların daha tehlikeli olduğu ve suçlara daha yatkın olduğu sistematik olarak öğretildiği için, ırkçılığın en yaygın olduğu ülke Amerika'dır. Bu nedenle, Amerikada siyahi ırka karşı neredeyse her hafta bir saldırının olması olağandır. Bu saldırıların failleri bazen kamu görevlileri bile olabilmektedir. Daha kısa bir süre önce, siyahi Amerikalı George Floyd’un polis memuru Derek Chauvin tarafından gözaltına alınırken öldürülmesi ve akabinde başlayan protestolar, aslında ABD’nin kuruluşundan günümüze süregelen tarihsel bir sorununu tekrar gözler önüne sermiştir.

Irkçılık konusunda ikinci sıradaki sabıkalılar ise, Avrupalılardır. Bunların ırkçılıklarının en bariz örneğini daha geçen hafta yaşadık. Başakşehir-PSG maçında Romanyalı dördüncü hakemin Başakşehirin siyahi yardımcı antrönörü Webo'ya "Negro" diyerek aşağılaması, Avrupalıların bilinçaltlarında var olan ırkçılığın en son tezahüründen başka birşey değildir.

Gelelim bizim inancımızdaki insana bakış açısına;

"Siyah derili olanın beyaz deriliye, beyazın da siyah deriliye bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır" düsturuna inanan bizler, yaradılanı Yaradandan ötürü severiz. Bu konudaki şu kıssa ne kadar manidardır:

Yaratılış olarak Hz. Lokman (a.s.)’ın derisi siyah, dudakları da kalınmış. Değerli sözlerini duyarak Ona hayran olan biri, Onu ilk defa gördüğünde bakmış ki hayalinde büyüttüğü Hz. Lokman (a.s.) siyah yüzlü, kalın dudaklı biri. Şaşkınlıkla yüzüne bakarken Hz. Lokman (a.s.), adamın içinden geçenleri sezmiş olacak ki, şöyle çıkışmış:

– Hayırdır kardeşim, neden öyle şaşkın şaşkın bakıyorsun? Boyayı mı beğenemedin, yoksa boyacıyı mı?

Sonra da ilave etmiş.

– Bak, demiş, benim ne yüzümün siyahlığında, ne de dudaklarımın kalınlığında bir tesirim vardır. Onları Yaratan öyle yaratmış, öylesine uygun görmüş. Benim tercihim değil...

Yine, 2005 yılında "Dünyanın En İyi Şiiri"ne aday gösterilen ve Afrikalı zenci bir çocuğun yazmış olduğu şu satırlara da bir göz atalım:

Doğduğumda siyahtım,

Büyürken siyahtım,

Güneşe çıktığımda siyahtım,

Korkunca siyahtım,

Hasta iken siyahtım,

Öldüğümde hala siyahım...

Ve sen beyaz çocuk!

Doğduğunda pembesin,

Büyürken beyazsın,

Güneşe çıktığında kırmızı,

Üşüdüğünde mor,

Korktuğunda sarı,

Hasta iken yeşil,

Öldüğünde de grisin...

Sen şimdi bana renkli mi diyorsun??

Son söz Charles Bukowski'den gelsin;

Hangi çiçek, diğerini “sarı açtı” diye ayıplar?

Hangi kuş, “farklı ötünce” diğerine yasak koyar?

Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar.

Ah insanlar!

Her şeyi bulup kendini bulamayanlar…

Esen Kalın...