Malumunuz olduğu üzere, dünyamız son bir yıldır korona denilen illetin üstesinden gelebilmek için her şeyiyle mücadele etmekte.

Bu güne kadar yaklaşık 100 milyon kişi bu illete yakalandı ve bunların içerisinden de 2 milyondan fazla insan vefat etti.

Rakamlar corona belasının ne kadar ciddi ve tehlikeli olduğunu apaçık ortaya koymakta. Alınan tedbirlerle birçok ülkede ivme kaybetmiş olsa da, tehlike hala geçmiş değil...

Dünya korona ile uğraşadursun, çoğumuz koronadan çok önce başlayan ve ivmesini gitgide artıran daha ölümcül ve sessiz bir pandeminin farkında bile değiliz. Sakın bundan daha kötüsü de mi var demeyin, çünkü var. Kuraklık denilen bu felaket uzun zamandır dünyamızı tehdit etmekteyken son yıllarda iyice kendini belli etmeye başladı.

Acilen köklü tedbirler alınmazsa koronaya rahmet okutacak gibi. Kısacası turpun büyüğü torbada...

Kuraklık normal ve tekrarlayan bir iklim olayı olup, bir veya birden çok mevsime, hatta yıllara yayılan yağış azalmaları nedeniyle oluşur. Bu felaketin etkileri yerel ölçekle sınırlı kalmayıp, çok geniş bölgelerde, kimi zaman bir ülkenin tümünde, kimi zaman da ülke sınırlarını aşan boyutta kendini gösterir.

Geçtiğimiz Aralık ayının 12 nci günü, 2020 yılında imzalanan Paris İklim Anlaşması’nın yıl dönümü idi. İmzalandığı dönemde herkesin büyük ümitler bağladığı bu anlaşmanın 5 nci yıl dönümünde,

Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Bankasının da içinde yer aldığı 35 farklı kurumdan gelen 120 uzman tarafından “sağlık ve iklim değişikliği 2020 raporu” hazırlanıp yayımlandı.

Söz konusu rapor, acil önlemler alınmaması durumunda, iklim değişikliğinin küresel sağlığı giderek daha fazla tehdit edeceği, yaşamları ve geçim kaynaklarını etkileyeceği ve sağlık sistemleri üzerinde baskı oluşturacağı uyarısında bulunuyor.

Yapılan bir araştırmanın sonucuna göre, 2100 yılına gelindiğinde küresel ısınma ve iklim değişikliğinden kaynaklanan ölümler veba, İspanyol gribi, ebola ve koronavirüs gibi salgın hastalıklardan hayatını kaybedenlerin sayısını gölgede bırakacak.

Öte yandan, uzmanların uyarılarına göre, Türkiye kuraklığın tam ortasında yer almakta.

İklim sebebiyle oluşan kuraklık, zaman içinde kısır bir döngüye dönüşmekte. Yok olan ormanlar sebebiyle yağışlar azalmakta, azalan yağışlar da yeşil alanları yok edip çölleşmeyi hızlandırmaktadır.

Türkiye'nin su kaynaklarının yüzde 70'ini tarımsal faaliyetler için kullandığı göz önüne alındığında, susuzluğun tarımsal verim ve biyolojik çeşitlilikte kayıplara yol açacağını söylemek hiç de zor görünmüyor. Gıda üretiminin azalması fiyatların artması demek olduğundan, bu durumun ekonomik zorluklar getireceği de kesindir. Özellikle toplumun yoksul kesiminin hayat şartlarını daha da zorlaştıracaktır.

Kuraklık, orman yangınlarının sayısının artmasına, dereler, göller ve sulak alanların kuruyarak buralardaki canlıların ölmesine ya da göç etmesine de yol açacaktır.

Kuraklığın en önemli sebebi iklim değişikliğine bağlı olarak yağışların azalması olmakla beraber, su kaynaklarının aşırı ve yanlış kullanımı, kirlilik, doğru planlanmayan su rejimi gibi faktörler de kuraklığa yol açan önemli etkenlerdir.

Suyun doğru yönetimiyle su krizinin önüne geçilmesi ya da hafifletilmesi mümkün olmakla beraber, su yönetimine gerekli önemin verilmediği, arazi kullanım planlamasının yapılmadığı; plansız ve aşırı kentleşmenin, orman tahribatının, hatalı tarımsal ürün planlaması gibi uygulamaların suyla ilgisinin toplum tarafından yeterince anlaşılmadığı da bir gerçektir.

Bu ve benzeri nedenlerle, yakın bir gelecekte başta büyük kentlerimiz ve tarım alanlarında olmak üzere, çok ciddi boyutlara varacak su krizlerinin olabileceğini düşünmekteyim...

Peki, susuzluğun önlenebilmesi için alınacak tedbirler nelerdir?

Susuzluk konusunda alınabilecek önlemleri, bireysel ve devletler düzeyinde alınabilecek tedbirler olmak üzere ikiye ayırabiliriz.

Bireysel düzeyde alınabilecek tedbirleri, ellerimizi yıkarken ve dişlerimizi fırçalarken suyu israf etmemekten tutun da, bulaşıkları makinaya dizmeden önce suyla durulamamak ve boş yere rezervuarı kullanmamaya kadar uzatabiliriz.

Herkesin kendi çapında alacağı önlemlerle yapılacak su tasarrufunun susuzluğun önlenmesinde önemli katkılar sağlayacağı unutulmamalıdır.

Büyük çaplı önlemler ise, ancak devletler ve yerel yönetimler tarafından alınabilir.

Gelişen teknoloji sayesinde, artık atık suları ve gri suları geri kazanmak mümkün olduğundan, bu tip uygulamaların yaygınlaştırılması ve hatta zorunlu hale getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Öte yandan, gezegenimizdeki suların %96,5’inin tuzlu su olduğu düşünüldüğünde, deniz suyundan kullanma suyu elde etme projelerinin de desteklenmesi gerekmektedir. Ayrıca park ve bahçelerdeki sulamalar atık sulardan geri kazanılan sular ile yapılmalı, yağmur suyu toplama üniteleri kurulmalıdır.

Şimdi, bütün bu sorunlara ve bunlara karşı önlemler almamıza yol açan iklim krizinin ne olduğunu ve nedenlerine bakalım;

Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, iklim krizi insan kaynaklı bir sorundur.

Enerji üretimi için kullandığımız, kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlar, iklim değişikliğine sebep olan en önemli faktörlerdir.

İnsanoğlunun atmosfere bıraktığı gazlar, sera etkisi yaratarak, güneşten gelen enerjinin yeryüzünde sıkışıp kalmasına ve dünyamızın sürekli ısınmasına yol açmaktadır.

Bilim insanlarının tespitine göre, geçmişle karşılaştırıldığında, atmosferdeki karbondioksit miktarında yüzde 40 oranında artış mevcuttur.

Bugün geldiğimiz noktada, artık geçmişteki gibi devam etme lüksümüz yok.

Öncelikle, sera gazı salımlarını acilen azaltmamız, hatta sıfırlamamız gerekiyor. Kaldı ki, bunu hemen bugün başarabilsek dahi, iklim krizinin etkilerini yaşamaya devam edeceğiz...

Son söz;

Yaşadığımız sorunların kaynağı da çözümü de insanoğlu; buna kuraklık ve susuzluk da dahil...

Esen Kalın...