Uzun yıllardır sabah erken uyanmaya uyandıktan sonra da  erken saatlerden 09.00’a kader özel işlerimizi yapmaya, Ev halkından bir gün öncesinden yapılan talepleri karşılamaya, gazete için yazı yada yazıları tamamlamaya çalışıyoruz, zira sabah 09.00’dan itibaren çalmaya başlayan telefonlar ve daha önceden programlanmış randevular dolayısı ile bir dakika bile boş kalma şansımız olmuyor.

En azından öğle saatlerinde yemek yiyebilmek adına kısa mesafedeki lokantalara ulaşabilmek adına yolda yürüyoruz, cadde kalabalık, bizi tanıyanlar “Yüksel Bey buyurun bir çayımızı için, yazılarınızı sürekli okuyoruz ancak sizinle yüz yüze konuşmak, sohbet etmek, bilgi ve deneyimlerinizden faydalanmak isteriz” diyen dostlarımıza “Peki” cevabını verdiğimiz andan itibaren belki saatler süren sohbetin ana konusu yıllar yılı hiç değişemeyen “Ekonomi ve Güvenlik” oluyor.

Hükümetler değişiyor, Başbakanlar, Bakanlar, cumhurbaşkanları, Milletvekilleri, Belediye başkanları değişiyor, bu kadar değişim içerisinde 50-60 yıldır bizim için değişmeyen iki olgu var bunlardan birisi Ekonomi, diğeri de Güvenlik endişesi.

Türkiye ile ilgili derdi olan bir aydın olarak belli zaman dilimleri arasında Türkiye’nin değişik bölgelerini ziyaret ediyor, bir taraftan dinlenmeye çalışırken diğer taraftan da Türkiye’nin coğrafi yapısını inceleyerek memleketimizi ve değerlerimizi anlamaya çalışıyoruz.

Şartlar gereği büyük bir yoğunluk Marmara bölgesinde konuşlandığı için millet olarak değerlendirmeyi de Marmara bölgesi üzerinden yapıyor ve Türkiye’nin Coğrafi olarak belli bir sıkışmışlık noktasına doğru hızla gittiğini düşünüyoruz.

İstanbul-Kocaeli-Sakarya-Bursa havzasına bakıldığında haklı olarak “buradan başka bir dünya yok, dolayısı ile bu kadar sıkışıklığın olduğu bir alanda hava yok-su yok-ekmek yok-yürünecek yol yok” gibi olumsuzluklar yüzünden büyük bir karamsarlık yaşayabiliyoruz.

Aracınıza binip Ankara’dan öte tarafa gittiğinizde bir anda Türkiye’nin ne kadar geniş bir alana yayıldığını kolaylıkla anlayabiliyorsunuz, Trabzon-Rize-Artvin tarafına yöneldiğinizde “yağmur ormanları” gibi bir güzellikle karşı karşıya kalıyor, Ege bölgesine doğru baktığınızda da “Allah bu bölgeyi överek yaramış” demekten kendinizi alamıyorsunuz.

Belki Diyarbakır’ı-Mardin’i-Ağrı’yı biz fazla önemsemiyoruz, ancak bizim hemen sınırlarımız dışındaki Devletlerin başta bu saydığımız yerleşim merkezleri dışındaki alanlara sahip olabilmek adına yıllar yılı nasıl bir mücadele verdiklerine de hepimiz şahit oluyoruz.

Bu yapısı ile yani Türkiye’nin 780 bin 576 kilometrekarelik yüzölçümünü kişi başına böldüğümüzde aslında bu memlekette daha ne kadar fazla nüfusun yaşayabileceği gerçeğini de öğrenebiliriz, buraya kadar hiçbir sorun yok asıl mesele en gelişmiş yerleşim merkezi ile gelişmemiş il merkezleri arasında iyiden iyiye açılan makasın ucunun nasıl kapatılacağıdır.

Dünya ile birlikte Türkiye’de de şartlar bu kadar değişmese ve köylerden kentlere göç bu kadar fazla bir şekilde yaşanmasa hem Marmara bölgesine de bu kadar fazla yığılma olmayacak, Vatandaşta doğduğu yerde doyacağı için nüfus yoğunluğu da her bölgede aynı olacaktır.

Galiba Türkiye’yi yönetenlerinde dikkat etmesi gereken en önemli husus budur, Türkiye kimine göre 250 milyonu kimine göre 400 milyon nüfusa bakacak kadar sınırları geniş bir ülkedir, Bu konuda birbirinden çok fazla görüş ortaya atılmaktadır ancak burada önemli olan nüfusun ne kadar olacağından ziyade vatandaşın yaşadığı her bölgede evine ekmek götürecek işi nasıl bulacağıdır.

Çok partili sisteme geçildi geçileli Türkiye’de iktidara gelmeyen siyasi fikir nerede ise kalmadı, en sağdan en sola kadar iktidarların iş başına geldiği zaman zaman koalisyonlar ile belli sürelerde tek başına iktidarların hüküm sürdüğü bu ülkede maalesef kalkınma tam anlamı ile başarılamadı.

Her gelen iktidar kendi ölçüsünde bu memlekete hizmet etmeye, vatandaşın hayatını kolaylaştıracak adımları atmaya çalıştı, Beklentilerin karşılanması çerçevesinde herkes bir şeyler yapmaya çalıştı ancak bu çalışmaların fazla bir işe yaramadığı da ortada.

Türkiye geçtiğimiz yıl bu zamanlarda yani 15 Temmuz tarihinde gerçekten son derece zor bir gün yaşadı, Gerçekleştirilmeye çalışılan Darbenin püskürtülmesi ile başlayan süreçte vatandaşlarımız artık bir taraftan daha fazla güvenlik talep ederken bir taraftan da “daha rahat yaşanabilir bir hayat” beklentisi içerisine girmiş durumda.

Bize göre siyasetçiler bu aşamadan sonra bölgeler arasındaki yaşam farkının ortadan kaldırılması en azından aradaki uçurumun kapatılması adına yatırımların bütün vatan sathına yayılması adına daha fazla çaba göstermek zorundadırlar, Devlet elbette ki yıllardır bu konuda belli başlı çalışmalar yapılıyor ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi bu çabaların yetersiz kaldığı artık çok net bir şekilde görülüyor.

Vatandaş daha rahat bir hayat yaşamak istiyor, Çocuklarının daha kaliteli eğitim almasını istiyor, Daha kaliteli sağlık hizmeti istiyor,

Emekliler ömürlerinin kalan zamanlarını daha rahat bir şekilde geçirmek istiyor, Bütün bu beklentilerin hayata geçirilmesi adına da bölgeler arasındaki oransızlığın ortadan kaldırılmasını ve köyden kente göçün durdurulmasını bekliyor.

Siyasetçi yol haritasını bu şekilde belirlediği an vatandaşlarımızda büyük kentlere olan hücumu durduracak ve her tarafı “Cennet gibi” olan ülkemizde yaşamanın keyfini çıkartacaktır.