M.Ö. 535-475 yılları arasında Efes'te yaşamış olan Herakleitos, "Her şey değişir. Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir" demiştir. Bu bağlamda, elbette ki toplumlar da değişir ve bu değişime kimse karşı çıkamaz. Fakat, her değişim gelişim demek değildir. Bazen, değişimlerin olumsuz yönde geliştiğine de şahit oluruz. Bu durum toplumsal değerlerdeki değişimler için de geçerlidir.

Bir değişim, değişimin konusu olan olguyu özünden uzaklaştırmış ve niteliklerini kaybetmesine sebep olmuşsa, kısacası  dejenere edip bozmuşsa, bunun adına yozlaşma denir.

Bütün sanat dalları içinde, insan ruhu üzerinde en derin etkiyi bırakan sanat türünün "müzik" olduğu kabul edilmektedir.

Müziğin evrensel bir dil olması, yani farklı din, dil, ırk ve kültürdeki insanları aynı ezgide birleştirecek güce sahip olması, onu diğer sanat dalları içinde ayrı bir konuma yerleştirmiştir.

Öte yandan müzik, bir milletin gelişmişlik düzeyini belirlemede önemli bir göstergedir. Bir toplumda müziğin geldiği nokta ile toplumun geldiği nokta arasında kesin bir paralellik mevcuttur. Toplumlardaki olumlu ya da olumsuz değişimlerin etkisini ölçmek için, müzik çok önemli bir göstergedir.

Konfüçyüs, müziğin kişiler ve toplumlar üzerindeki etkisini şöyle tarif etmiştir:

“Bir milletin mutlu ve ahlaklı bir şekilde idare

edilip edilmediğini anlamak isterseniz, o memleketin müziğini dinleyiniz. Müzik devlet kurar, devlet yıkar.”

Müzik, edebiyatta ve diğer sanat dallarında olduğu gibi, bir milletin ulusal kültür aktarımına öncülük eden önemli bir sanattır.

Bu arada müziğin milli karakteri de yadsınamaz bir gerçektir. Yani, her coğrafyanın ve her milletin tınısı farklıdır.

Müziğin sahip olduğu üstün nitelik ve fonksiyonlara bakıldığında, ait olduğu toplumun tarihsel, kültürel ve ahlaki geleneklerini de kendi içinde barındırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Toplumdan topluma değişiklik gösterse de, her toplumda ilişkileri düzenleyen belli ahlaki kurallar vardır. Bu kurallar, evrensel olarak kabul görmüş, iyilik, doğruluk, dürüstlük ve adalet gibi erdemlere işaret etmektedir.

Toplumsal değer yargılarının giderek anlamsız hale geldiği ve insani ilişkilerin azaldığı günümüz dünyasında, küreselleşmenin de etkisiyle, özellikle popüler müzik toplumun neredeyse her katmanını etkisi altına almış durumdadır. Popüler müzikte ağırlıklı olarak yer alan cinsellik, saldırganlık ve şiddet içerikli şarkı sözleri ile toplumlar adeta ahlaki bir çöküntüye sürüklenmektedir.

Yapılan bir araştırmanın sonucunda, ergenlerin dinledikleri müzik türleri içerisinde en çok Türk pop müziğinin yer aldığı, dinledikleri müzik türlerinin giysi seçimleri başta olmak üzere, birçok seçimde belirleyici rol oynadığı tespit edilmiştir.

İfade etmeye çalıştığım gibi, oldukça geniş bir etki alanı olmasına rağmen, ne yazık ki müziğin sadece bir “eğlence aracı” olduğu fikri toplumda hakimdir. Bu durum çoğu kez, “Müzik ruhun gıdasıdır” gibi klişe bir söylemle geçiştirilmektedir. Oysa ki, müzik bir doyurma değil, acıktırma sanatıdır. İnsanın ruhunu güzeli, hakikati, şifayı, estetiği ve ahengi keşfetme yönünde acıktırır. Bunun devamında da ruhu çeşitli bağımlılıklardan kurtararak bağımsızlığını kazandırır.

Öte yandan, her gıda türü herkes için ve her zaman yararlı değildir. Nasıl ki bazı gıdalar insanlarda “gıda zehirlenmesi”ne sebep olabiliyorsa, aynı olgunun müzik için de geçerli olduğu bilinmelidir. Günümüzde yaşadığımız gerçeklikler buna paralellik göstermektedir. Yani, yozlaşan değerlerimize ayak uyduran yoz müzik, maalesef insanları zehirlemektedir.

Müzikoterapi ile ilgili olarak anlatılan şu klişe durum ne kadar da manidardır;

Su sesi insanın ruhunu rahatlatır ve pek çok devirde de tedavi amaçlı kullanılmıştır. Fakat, evini sürekli su basan bir kişi, ruhsal olarak sıkıntıya düşse ve gittiği psikolog da “su sesi her derde devadır” anlayışıyla onun üzerinde terapi aracı olarak su sesini kullansa, bu doğru olur mu? Zannımca, iyileşme niyetiyle doktora giden bu hasta, gittiği terapiden daha da rahatsız bir şekilde çıkardı.

O halde, her müziğin herkes için, her zaman ve her ortamda aynı anlamı taşımadığını, dolayısıyla bıraktığı etkinin de aynı olmasını bekleyemeyeceğimizi söyleyebiliriz. Yani, dinlenilen müzik türleri kişiye, zamana ve ortama göre insanların ruh hallerini farklı etkilemektedir.

Belirtilen sebeplerle, yanlış müzik seçiminin insan psikolojisi üzerinde olumsuz tesirleri olacağı gibi, doğru müzik seçiminin de tam tersi bir etkiye sahip olacağı kolaylıkla söylenebilir. Her gün karamsar müzikler dinleyen birinin psikolojisinin normal olacağını nasıl düşünebiliriz ki? Böyleleri için müzik bir gıda değil, zehir görevi görmektedir.

Son söz;

İnsanlık tarihinin her döneminde ve hayatımızın her alanında var olan müzik, ihtiyaca uygun ve dozajında kullanılması gereken bir ilaç gibidir. Doğru tercihle ruha şifa olurken, yanlış kullanılması durumunda ise ruhu öldüren bir zehirdir.

Esen Kalın...