İşimiz zor. Gerçekten çok zor bir yaşam dönemine giriyoruz. Hani derler ya “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” aynen bu misal işte. Öyle zorlu bir süreçten geçiyoruz ki kimse ne yapacağını, nasıl bir pozisyon alacağını bilemiyor. Bugün aldığın önlem, yarın hiçbir işe yaramıyor. Ya da gelecek için yaptığın plan proje anında çöpe gidebiliyor.

     İnsanlar şaşkın, ne yapacağını, neye ve kime inanacağını bile şaşırmış durumdalar. Birisi çıkıyor bir şey söylüyor, “hah işte bu doğru” diyorsun, sonra bakıyorsun bir başkası çıkıyor öncekinin söylemini çürütüyor, “olmadı, bak bu daha doğru söylüyor” diyorsun. Bilim insanları bile biri biriyle çatışıyor. Sonra ne oluyor? İnsanların kafası karışıyor. Kime, neye, niçin inanacağını şaşırıyor. Kararsızlık ortamının içerisinde debelenip duruyor. Hadi, şimdi şu kör kuyudan çık çıkabilirsen. Çıkmak kolay mı? Yanlışlar silsilesi her şeyden önce senin psikolojini bozdu. Anlaşılmaz bir ruh çıkmazı içerisinde çırpın dur!

     Hele hele ortamdaki bilgi kirliliğine ne demeli. Yetkili yetkisiz herkes ama herkes bu süreçte ahkam kesiyor. Adam hem sağlıkçı hem eğitimci hem psikolog hem ekonomist hem bilmem ne her konuda fikir sahibi… Hal böyle olunca işimiz daha da zorlaşıyor. Acaba? Demekten alıkoyamıyorsunuz kendinizi.      

     Öncelerde teknoloji az gelişmiş olsa da insanlık çok gelişmişti. Değer yargılarımız farklıydı. Önemliydi ve çok da değerliydi. Şimdilerde ise, teknolojinin hızına yetişilmez gelişimi, dijital sistemlerin devreye girmesi, kapital ve emperyal güçlerin vahşice saldırıları karşısında işimiz gittikçe zorlaşıyor. Kapitalizm seni öyle esir almış ki, önce bir virüsle kasıp kavuruyor, sonra ilaç buldum, aşı buldum zinciriyle seni kendine bağlıyor. Minicik bir mikro organizma ile küresel boyutta bir korku imparatorluğu ve acımasızca can kayıpları, sonrasında ürettiği bir aşı ile elinde avucunda, cebinde var olan her kuruşu geri kendinde toplama girişimi. Hadi bunu geçelim, ya esir ettiği, eve kapattığı dünya ülkelerinde tüm kamu ve özel sektör genelinde kullandırılmak istenen teknolojik ürünler? Telefonlardan tutun, tabletler, bilgisayarlar, internet, sosyal ağlar… Bununla birlikte geliştirilen iletişim ve ulaşım sistemleri, petrollerin kullanımı, su savaşları, silah tüccarlarının hamleleri, dünyanın siyasal yapısını biçimlendirme çalışmaları, ekonomiyi istedikleri gibi dizayn etme hamleleri… Bunlara da bir bütün olarak baktığınızda yeryüzünün masum canlıları olan insanların işlerinin ne kadar zor olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekir.

     İnsanların yaşamlarını başka bir boyuttan ele aldığımızda da karşımıza şöyle bir durum çıkıyor. Özellikle eğitim alanında çok büyük zorluklar yaşandığı zaten açık seçik ortada. Malum çok çocuklu aileler, zaten az ve dar gelirli ailelerden oluşmakta. Eve hapsedildiğimiz bu günlerde eğitimin de uzaktan verilmesi olası bir durum. Bir yandan eğitimi kesintiye uğratmadan en az hasarla süreci yönetmeye çalışıyoruz, diğer yandan anayasal bir hak olan eğitim alma hakkını kullanmaya çalışıyoruz. Ancak gel gör ki, durum hiç mi hiç kolay değil. Üç dört çocuklu orta gelirli bir aileyi düşünelim. Uzaktan eğitim almak zorunda olan çocuklarının hangi birisiyle eğitim alacağına karar verecek. Bu çocuklar doğal olarak aynı zaman dilimiz içerisinde eğitim alacaklarından ne zaman yetiyor ne materyal yetiyor. Üç tane bilgisayar, tablet ya da telefon gerekli. Her birisi için aylık en az 20-30 GB internet gerekli. Hele çocuk biraz da küçükse yanlarına bir de ebeveyn gerekli.

Hadi gel de uzaktan eğitim al!

Hadi gel de zorlanma!

Hadi gel de psikolojin düzgün olsun!

Hadi gel de sağlıklı bir beyine ya da vücuda sahip ol!

Daha neler neler!…

     Ya bir de kiralık işyerleri olan, günübirlik çalışan, küçük esnaf olan, garson, komi vb. işleri olanları düşündüğünüzde işimizin ne kadar daha zor olduğunu anlayabiliyoruz. Hadi diyelim bu süreci atlattık. Ya yarın herhangi başka bir sorunun karşımıza çıkmayacağının garantisi var mı? Acaba HAYAT EVE SIĞAR deyip yaşamımızı sürekli evden mi sürdüreceğiz? Yarın başka başka virüsler, sorunlar vb. durumlarla karşılaşamayacağımızın garantisi var mı? O halde DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) ve yeni yeni kurulmuş olan önemsediğim çeşitli dallarda ki bilim kurulları yarınlarımıza dair öngörülerini ortaya koymalılar. Buna göre önlem ve eylem planlamalarını yapmalılar. İşte bilimin önemi burada bir kez daha karşımıza çıkıyor. Üniversiteler, bilim insanları, bilim kurulları, planlama teşkilatları, istihbarat örgütleri bunun için var olmalılar.

     Özetle, bilim çağıyla birlikte, dijitalleşmede hız kazanmış olsak da vahşi canavarın kanımızı emmesine engel olabilmek için tedbirlerimizi almalıyız. Çünkü işimiz zor. Gerçekten çok zor bir yaşam dönemine, Dijitalizmin etkisine girmiş bulunuyoruz. Her ne kadar buna uyum sağlamaya çalışıyor olsak da bazen kabımıza sığamıyoruz. Kabımız bedenimize dar geliyor ve sonuç toplumsal patlamalar kaçınılmaz oluyor.

O halde son söz; önlem, önlem, önlem!

Akılla, bilimle önlem!