Son zamanların konusu, malum devam eden Kovid-19 ve bu lanet virüsün insanlar üzerindeki etkileridir. Bu etkilerin en önemli yanı insanların sağlıklarının bozulmasıyla beraber tedaviye ihtiyaç duymaları ve daha önemlisi de yaşamlarının sonlanmasıdır. Yani ölüm vakalarıdır. İşte ağırlıklı olarak devlet yetkililerinden aldığımız bilgilerle virüsün seyrini takip edebiliyoruz. Bazen de bu kurumsal bilgiler dışında gerçek ve gerçek dışı bir takım yetkisiz ve etkisiz kişi ve kurumların da bilgileri ortalıkta dolaşıyor. Hal böyle olunca, insanların verdikleri reaksiyonlar da değişik biçimlerde ortaya çıkmaktadır.

Şimdi bir yandan sağlık kurumları bu illetle uğraşırken, diğer yandan da bu illete nasıl çare üretileceği için ayrıca başka bir sağlık ilaç bilimcilerinin çalışmaları sürüyor. Buraya kadar her şey normal gidiyor. Gidiyor gitmesine de bu mücadelede eksik giden başka kanal daha olduğu kanaatindeyim. Belki bu derde deva bulunduktan sonra benim bu kanaatime de yöneleceklerdir. Bunu zaman gösterecek diyelim ve kanaatim üzerine konuşalım istiyorum.

Benim kanaatime göre; toplumun asıl sorununu kimse göremiyor. Bu sorun korku ve kaygı sorunudur.

Acaba ölecek miyim?

Acaba ben de yakalanacak mıyım?

Acaba ne zaman bana da bulaşacak?

Ben gidersem geride kalanlar ne olacak?

Benden sonra yaşam nasıl devam eder?

Çoluk çocuğuma da bulaşır mı?

Eşime, çocuğuma dokunmalı mıyım?

Dokunursam sıkıntı olur mu, hastalık bulaşır mı?

Onlara bulaşırsa onlar bu illetle nasıl mücadele ederler?

Benim ekonomim bozuldu, ne yiyeceğim, ne içeceğim?

Korona virüs bulaşmamış bile olsa açlıktan ölür müyüz?

Çoluk çocuğuma nasıl bakacağım?

Hastalık bitse de yaşam kim bilir ne zaman normale döner?

Vs. vs. vs. Bu soruların ardı arkası yok. Anladığım kadarıyla toplumun asıl sorunu korku ve depresyon sorunu gibi duruyor. Öncelikle korkunun ne olduğunu ve kelime anlamının ne olduğunu açıklayalım: Korku, bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü gibi ruhsal değişimlerdir. Korkunun nörolojik açıdan iyi olduğunu savunan sağlık bilimcileri de yok değil. Onlara göre de; korku, her şeyden önce sağlıklı ve insanın hayatta kalabilmesine yardımcı olan bir duygu halidir. Korku, öncelikle hem kendi kendimiz, hem de çevremizdeki insanlar için sağduyulu ve itinalı olma yetisini kazandırır insanlara. Buraya kadar olan kısmıyla, olumlu yönlerinin olduğu açıklanmakla beraber, bir başka yönüyle tanımından hareketle yola çıktığımızda da tamamen tersi bir durumun karşımızda olduğunu görürüz. Korkuyla insanın vücut direnci düşer, tansiyonu yükselir, fiziksel etkileşimler ve değişimler gösterir, sağlık düşünemez, olumsuz duygular içerisine girer, üzüntü ve kaygı duymaya başlar, kısacası ruhsal dengesi bozulur. Kişide bunlar gelişince de kendisini bambaşka bir dünya içerisinde görmeye başlar. Belki de ileride hiç telafisi olmayacak eylemler göstermeye başlar.

Şimdi düşünelim; her gün TV, sosyal medya, gazeteler vb. yerlerden çeşitli olumsuz sağlık haberleri alıyorsunuz. Yakın çevrenden tanıdığın onlarca insan bilindik bir virüsten dolayı yaşamını kaybediyor. Sen evine hapsolmuşsun. Belki de çaresizce sıranın kendine geleceği günü bekliyorsun. Ya da ne yapabileceğin konusunda yeterliliğe sahip olmadığın için müthiş endişe ediyorsun. Korku belasına kendince savunma mekanizmaları geliştirmeye çalışıyorsun. Ama yine de çaresizsin. Aile içerisindeki dünyayla ilişkin kesilmiş durumdasın. Her ne kadar telefon vb. iletişim araçları olsa da bu ekstra durumdan dolayı kaygıların tavan yapıyor. İşte tam da burada eksik olan ya da eksik bıraktığımız bir şeylerin olduğunu düşünüyorum. Sağlık bilimcilerinin anlatımlarını dinledikçe ve sonuçlarını gördükçe korkular ve kaygılar ne kadar artıyorsa, insanların asıl tedavi edilmesi gerektiği konu da ortaya çıkıyor demektir. Yani sözün özü şu ki; herkes izole olmuşken, evde de olsa korku paranoyasıyla yaşıyorsa, demek ki bu insanların başka bir tedaviye daha ihtiyaçları vardır. Bu tedavi de bence psikolojik bir tedavidir.

İnsanları bir yandan eve kapatırken ve onlara sürekli korkunun hâkim olduğu haberleri ve paylaşımları yaparken diğer yandan da o insanların hiç değilse psikologlar, nörologlar, terapistlerle bir şekilde uzaktan tedavi edilebilmeleri sağlanmalıdır diye düşünüyorum. Yani insanların, özellikle de hani sınır koyduğumuz o altmış yaş ve üstü insanlar ve şimdi de sıfır yirmi yaş aralığı çocuklar ve gençlerin bu şekilde bir psikolojik desteğe ihtiyaçları olduğu kanaatindeyim. Sağlık bilimcilerinin biraz da bu konuya kafa yormaları ve devlet yetkililerinin de bu konuda TV lerde ve diğer alanlarda buna benzer kamu spotu yayınları yapmalarının ve bu alanda programlar yapmalarının yararlı olacağını düşünüyorum.

Bu korku psikolojisinin evlerde, ailelerde ve özellikle de çocuklarda ileride düzeltilmesi mümkün olmayacak etkilerini de göreceğimizi düşünüyorum. Eve kapanma süreciyle birlikte aile içi çatışmaların yaşandığının haberleri sosyal medyada çeşitli şekillerde videolar, yazılar ve görsellerle bir şekilde dışa vuruluyor. Bunu toplumun tüm fertleri kolayca görebiliyor ve etkileniyorlar. Peki, aile içi çatışmalardan en çok kim etkilenir? Tabi ki çocuklar! Çatışmaları bir yana bırakın, aile fertlerinden anne, baba, dede, nine, abi, abla, kardeş ya da çok yakın birisini kaybetme riskini bilinçaltına atan grup ta yine çocuklardır. Yani en fazla duygu bozukluğu yaşayacak olan grupta yine çocuklar vardır. O halde özellikle çocuklardan başlanmak kaydıyla, sonrasında tüm yetişkinleri de kapsayacak bir şekilde toplumsal terapilere başlanılmalı ve acil psikolojik destek sağlanmalıdır. Yoksa yarın çok geç olabilir. Ruh sağlığı bozuk bir toplum, geleceği yönetemez.

Belki de korona virüsten ölmeyecek ama korku paranoyasıyla ruhsal bozukluğa uğrayacaktır. Ruhsal çöküntü insanların en büyük düşmanıdır. İnsanlarımızı ruh sağlıklarını iyice kaybetmeden, uzaktan eğitim gibi uzaktan psikolojik tedaviye alabiliriz. Aslında bu konularda fikir geliştirecek ya da öneri sunacak kadar her hangi bir sağlık bilimcisi ya da sağlık görevlisi değilim tabi ki. Ama çeşitli iletişim kanallarıyla almış olduğum bilgiler, tepkiler ve yakın çevremden görüp yaşadığım olaylar ve iletişim araçlarından yapılan yayınlar sonrasında mantığımla hareket ederek bu şekilde düşünebildim. Düşünceler ve fikirler paylaşıldıkça çoğalır, mantığıyla hareket ederek te toplumla paylaşma gereği duydum. Umarım sağlıklı düşüncelerdir ve bu düşünceler değer bulur. En kısa zamanda sağlıklı günler görmek dileğiyle; evde kalmaya ve sağlıklı kalmaya özen gösterelim.