Ahhh, şu bizim ön yargılarımız, ah!

Anlamadan, dinlemeden, tanımadan ve bilmeden verdiğimiz peşin hükümlerimiz...

Kulaktan dolma bilgilerle birbirimizi yargılamalarımız...

Oturduğumuz yerden ahkam kesip, adam asmalarımız...

Hemen hemen her gün ve her fırsatta, ne kadar da kolay ve çok yapıyoruz bu işleri değil mi?

Küçük ve basit duyumlar üzerine, iç yüzlerini bilmeden ve düşünmeden, olayları ve insanları ne kadar da kolay yargılıyoruz...

Oysa, insanları ve olayları tanıyıp anlamak o kadar kolay olmasa gerek. Özellikle insanlar hakkında fikir sahibi olmanın ve doğru karar verebilmenin hiç te kolay bir iş olmadığını düşünüyorum. Bunun için zamana ve emeğe ihtiyacımız var...

Kızılderililer, "Bir insan hakkında hüküm vermeden önce, onun makosenleri ile gökte üç dolunay görene kadar gezmek gerekir" derler.

Keşke, fikir sahibi olmadan önce bilgi sahibi olmayı deneyebilsek. İşte o zaman, ön yargılarımızın esaretinden kaynaklanan haksızlık ve zulümlerden kurtulabiliriz.

Kişileri tanımadan ve bilmeden, onlar hakkındaki her türlü karar ve fikir, ön yargıdan başka birşey değildir.

İnsanlar, bilerek veya bilmeyerek, sadece kulaktan dolma bilgilerle olayları ve kişileri yargılayarak, muhataplarına büyük zararlar verdikleri gibi, aileden başlayarak, en geniş kitlelere kadar, fertler arasındaki iletişimi zedelemekte ve hatta bitirmektedirler.

Ön yargıyı, “Bir olay, bir konu ya da bir kimse üzerine; gerçeği araştırmadan, bilmeden, kişisel görüş, anlayış ya da yalan yanlış duyumlara dayanarak, kafada belli bir kalıba sokup hakkında hüküm vermek, yargıda bulunmak" olarak tanımlayabiliriz.

Ön yargı, vicdan mahkemesinde gerçekleşen ve sonucu önceden belli olan adaletsiz ve zalim bir yargısız infazdır.

Eğer ön yargılar davranışa dönüşür ise, artık bunun adı dışlama olur.

Bu bağlamda, merhamet, vefa, anlayış, affedicilik hislerini ezip geçen ön yargı, kul hakkına tecavüz anlamına gelen zalim bir dışlama eylemine dönüşür. Bu da kitleler arasındaki bağları koparıp atar.

Ön yargıların baskın olduğu toplumlarda, kendini ifade edebilmek, kurak topraklarda gül yetiştirmekten daha zordur.

Öte yandan, ön yargılı insan ve toplumların hataya düşme ihtimali, sağduyulu olanlara göre çok daha fazladır.

Bir üniversite öğrencisi anlatıyor;

"Bizim üniversitede, genç kızların kullandığı saatlerden takan bir doktor vardı. Biz onun bu haline sürekli güler ve onunla eğlenirdik. Sonradan öğrendik ki, taktığı saat ölen kızına aitmiş."

Yani ön yargılarımız, acıyla kıvranan, ama konuşamayan kalplerin varlığını görmemizi engelleyen en önemli düşmanlarımızdandır.

Hastanenin birinde, genç bir kızın başındaki peruk düşer ve bu durumu gören oradaki herkes kahkahalar atıp eğlenirler.

Bir adam yardım için kızın yanına gittiğinde, kızın dudaklarından hıçkırıklarla beraber şu cümleler dökülür:

"İnanın bu işte benim hiçbir suçum yok. Bu lanet peruğu ben de takmak istemiyorum. Fakat ne yazık ki, kanser bütün saçlarımı benden aldı."

Yani, ön yargılarımız bizleri bazen yanlış davranışlara ve aymaz tavırlara da sevk edebilirler.

Çoğunlukla negatif surette tezahür eden ön yargı, bilgisizlikten, dikkatsizlikten, saygısızlıktan, sevgisizlikten, alınganlıktan, kıskançlıktan ve benzer eksiklik ya da erdemsizliklerden doğan bir olgudur.

Kendilerini denetim altında tutabilen, ruhsal ve beyinsel yönden gelişmiş insanların, kesinlikle rağbet etmeyeceği bir davranış biçimidir.

Ön yargılarımız, kurnaz politikacı ve din sömürücülerinin işlerini malesef daha da kolaylaşlaştırmaktadır.

Bu insanlar, halkı uyandırmaya çalışan, kendilerini geliştirmiş, aklı başında insanları cehaletle ve dinsizlikle karalayarak, cahil ve saf halk kitlelerini ön yargılı olmaya sevketmekte, böylece de gemilerini kolayca yüzdürebilmektedirler.

Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiğinde, orada bulunan Yahudi kabileleriyle iyi ilişkiler kurmuş, evlerine misafir olmuş, onlarla karşılıklı sözleşmeler imzalamıştır. Yahudi olmalarına rağmen onlar aleyhinde herhangi bir beyanda bulunmamıştır.

Nebi ferasetiyle, onların ihanet edeceğini önceden bildiği halde, ihanetleri ortaya çıkmadan onlar hakkında ön yargıyla hüküm vermemiş ve sadece hainliği açıkça ortaya çıkan kabileyi cezalandırmıştır.

Asla, "Nasıl olsa onlar da Yahudi ve onların da ihanet etme ihtimali var, henüz ihanet etmeden onları da cezalandırayım" dememiştir.

Yani, bir kabile suç işlerken, bu kabilenin suçunu bütün bir ırka teşmil etmemiştir.

Oysa bugün, bir bireyin hatasını bütün topluma yükleyecek kadar bir ön yargı sarhoşluğu içindeyiz.

Parti, millet, ırk, mezhep, şehir, sülale ve benzeri herhangi bir camiadan birileri suç işlediğinde, bütün bir camiayı suçlu ilan etme zalimliğini ve haksızlığını kolaylıkla sergileyebilmekteyiz.

Sorarım sizlere; böylesi peşin hükümler ve ön yargılar hangi kutsal kitapta emrediliyor? Bu davranış biçimini hangi akıl, vicdan ve izanla sergileyebiliyoruz?

Gelgelelim, bütün bu gerçekliklere rağmen, ön yargının esaretine teslim olmuş olanların, bu esaretten kurtulmaları hiç te kolay değildir. Atomu parçalayan ünlü bilim adamı Albert Einstein'ın şu sözü ne kadar da manidardır;

"Ön yargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur."

Hayatı deneyimleyerek öğrenen ön yargısız insanlara herşeyi anlatmak mümkün iken, ön yargılı insanlara laf anlatmak neredeyse imkansız gibidir. Onlar, aynı hatayı defalarca yapmış olsalar ve başlarına binbir türlü bela gelmiş olsa bile, gerçeği asla kabul etmez ve bir şekilde onu görmezlikten gelmeyi becerebilirler.

Kendileri mutsuz oldukları gibi, etrafındaki insanları da mutsuz ederler.

Ön yargılı olmak, bir nevi tutsaklıktır.

Çünkü ön yargılı insanlar tartışmaya kapalı, düşünmekten ve dinlemekten korkan, kararlarını peşinen vermiş insanlardır...

Halbuki Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim’de, özellikle yönetici pozisyonunda olan insanlara;

‘’Hislerinize uyup adaletten sapmayın’’

(Nisa-135) diye emredilmektedir..

Unutulmamalıdır ki, ön yargı ve kibir ilmin iki büyük düşmanıdır.

O halde, bizi kısıtlayan, zihnimizi tamamen açmaktan alıkoyan ve özgürce düşünmemizi engelleyen ön yargılarımızdan kendinizi kurtarmanın çarelerini arayalım.

Ne zaman ki ön yargılarımızdan kurtulur ve gerçekler apaçık ortaya çıkmadan hüküm vermeyi terk edersek, işte o zaman doğru yolu bulmuş ve zalimlikten uzaklaşmış oluruz.

Esen Kalın...