Son birkaç yıldır kendimizi etrafımıza anlatmakla olağanüstü bir zorluk çekiyoruz, “MHP’ye ihanet ettin” diyenden, “Senin yerin asla AK Parti değil ” diyene, “Konuştukların ve hayat felsefene baktığımızda sen tam bir CHP’lisin” diye sınıflandırana işin doğrusu ne şekilde bir cevap vereceğimizi şaşırmış durumdayız.

İşin garip tarafı herhangi bir siyasi kuruma imza atarak mensup olmak bile bizi içerisinde bulunduğumuz “adressizlikten” de kurtarabilmiş değil, Geçmiş zamanların aksine bizi bir tarafa ait edebilmek adına yapılan yakıştırmalara eskiden olduğu gibi saatlerce “öyle değil böyle” diyecek dermanımızda kalmadığından günün sonunda Ajda Pekkan’ın “ Hoş gör sen boş ver gitsin aldırma” cevabını verip kendimizi kurtarmaya çalışıyoruz.

Kendimizi kurtarabilmek adına uğradığımız hücumlardan bir nebze olsun kurtarabilmek ve sakin bir limana sığınabilmek adına başımızı ellerimizin arsına alıp düşündüümüzde adı sanı duyulmamış fraksiyonları bir kenara bırakırsak Türkiye’de kendisini siyasal manada tanımlayan üç ana akımın olduğunu görüyoruz, Okuyucularımızın meseleyi daha net anlayabilmesi adına isimler üzerinden gittiğimizde Süleyman Demirel’in temsilcisi olduğu Merkez-Liberal görüş, Necmettin Erbakan’ın temsilcisi olduğu siyasal İslam ve Alparslan Türkeş’in fikir babası olduğu Türk Milliyetçiliği ideolojisidir.

Nüfusu şu an 82 milyon civarında bulunan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yoldan herhangi bir vatandaşı çevirip “ siyasi görüşünüz nedir.?” diye sorsanız yüzde 99 civarındaki ezici çoğunluğun bu üç dünya görüşünden birine ait olduğunu göreceksiniz.

1950 yılındaki seçime “Yeter Söz milletin” sloganı ile giren Adnan Menderes başkanlığındaki Demokrat Partinin temsil ettiği “Merkez-Liberal görüş” sonraları Süleyman Demirel ve Turgut Özal dönemlerinde de devam ettirildi, ancak ne zaman 03 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçimde Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki AK Parti tek başına iktidara geldi ve bu iktidarını da içerisinde bulunduğumuz 2018 yılına kadar devam ettirdi işte o zaman “Merkez-Liberal” iktidar tahtını “Siyasal İslam” noktasında yapan akıma kaptırdı.

AK Parti 03 Kasım 2002 tarihinde tek başına yakaladığı iktidarı 15 yıl süre ile elinde turunca kendilerini biraz “Milli Görüş” bir miktarda “Siyasal İslam” olarak gören kitle geçen süre zarfında bir araya geldiği “Bizim Mahalle “ kavramını hayata geçirdi.

İdeolojinin en keskin olduğu dönem bilindiği gibi 12 Eylül 1980 ihtilali ile bıçak gibi kesilmişti, Kenan Evren başkanlığındaki “Beşli Cunta” daha sonraları utanç kaynağı olan “Karıştır-Barıştır” yada “Bir Sağdan asın bir soldan asın” gibi yüz kızartıcı uygulamalar sonrasında 1983 yılında demokrasiye geçiş Turgut Özal başkanlığındaki “Dört eğilim” temsilcisi ANAP ile hayat bulacağı düşünülmüştü.

Turgut Özal ANAP’ı kurup iktidara geldiğinde yolda görseler birbirlerine selam vermeyecek olan sağcı-solcu-Liberal-İslamcı çok sayıda siyasetçinin de kendilerini kurtarmak adına bira arada kalmaya mecbur olduğu döneme şahitlik etmiştik.

03 Kasım 2002 tarihinde siyasi partiler arasında yapılması düşünülen koalisyon Recep Tayyip Erdoğan gibi güçlü bir liderin etrafında ana unsurun “Milli Görüş” olması şartı ile sağdan sola, ortadan , kenara ne kadar siyasi görüş mensubu varsa tamamının bir arada olduğu günlerinde başlangıcı haline gelmişti.

AK Parti iktidarı 15 yıldan fazla sürüp başka hiçbir siyasi iktidara izin vermeyince bu kez hiç ilgisi alakası olmadığı halde hemen herkesin “Bizim Mahalle” denilen alana hücum etmesine yol açtı, İnansın yada inanmasın herkesin kişisel menfaatleri dolayısı ile bir araya geldiği mahalle zaman içerisinde önce semizleşti, sonra taşıyamayacağı kilolara ulaştı, ondan sonra da belli aralıklar ile bünyesine aldığı bagajlardan teker teker kurtulmanın yollarını aradı.

Geldiğimiz noktada İslami kesimde, Milliyetçi kesimde kendisine göre doğru olarak gördüğü pek çok argümanın yanlış olduğunun farkına vardı, Seçip gönderdiklerinin artık kendisi gibi düşünmediklerini , oturdukları koltuklarda sırf biraz daha fazla kalmak adına sahip oldukları ne kadar değer varsa tamamından vazgeçtiklerini görünce “Bu mahallede durmak bundan sonra bana sıkıntı verecek” diye yeni bir mahalle aramaya başladı.

Özellikle son iki yıldır olup bitenleri salim kafa ile düşünen, nereden nereye geldiğini düşünen kim varsa artık uzun yıllardır ikamet ettiği mahallede kalmasının kendisi için başlı başına bir eziyet olduğunu görünce “hadi bana eyvallah” diyerek kendisine yeni bir alan açtı.

Hemen her gün bulunduğu mahalleden memnun olmayan ve başka denizlere doğru yelken açan kişi yada kişilerin yaşadıkları ızdırabı okuyor, dinliyoruz, Çoğu zaman “İnandığımız değerler aynı ancak inandıklarımız boş çıktı” diye feveran eden çok sayıda vatandaş “ bu kadar yanlış içerisinde nasıl oldum” diye hayıflanıp duruyor.

Bizde ait olduğumuz mahallemden son birkaç yıldır zaten uzak durmaya çalışan birisi olarak artık o mahallenin bizim boğazımızı sıktığını bu sıkışıklık nedeni ile nerede ise nefes alamaz duruma geldiğimizi ve artık aynı noktada kalmanın mümkün olmadığın iyiden iyiye anlamış olduk.

Böylesi bir süreçte biz yalnız olmadığımızı düşünüyoruz, kendisini siyasal İslamcı olarak görende kendi mahallesinden kaçıyor, Demokrat yada solcu olarak bilinen kişilerde mahallesinden uzaklaşıyor, Milliyetçi duygular ile donanmış olanlarda mahallesinden bıkmış bir şekilde uzaklaşıyor.

İşin daha da garibi Mahallesini terk eden kim varsa bir daha geri dönmemek için olabildiğince uzaklara gitmenin hesabını yapıyor, yıllar yılı sırtına binenlerin ağırlığından yorulanlar, bırakın ülke genelindeki iktidarı parti içerisinde iktidarda bir gün kalabilmek adına olmadık manevraları yapanları gördükçe “benden bu kadar” diyerek yüzünü ileriye dönüp koşar adım uzaklaşıyorlar.

Yılların aldatılmışlığı, yılların uyutulmuşluğu, yılların keşmekeşliği sonrası yukarıda da belirttiğimiz gibi bizde zaten yıllar önce eşyalarımızın bir kısmını toplayarak bavula doldurduğumuz geçmişimizle beraber mensubu olduğumuz mahalleden tamamen ayrılırken ve “Elveda geçmişim, elveda hatıralarım” dedikten sonra “Merhaba yeni dünya” diyeceğiz.

Tahammül kalmadı zira..