Sevinciyle ve hüznüyle bir seçimi daha geride bırakmış bulunuyoruz. Her seçimde olduğu gibi, bu seçimde de kazananlar ve kaybedenler oldu. Gönül, "Kim kazanırsa kazansın, bu seçimin gerçek kazananı demokrasi ve millet oldu" diyebilmeyi ne çok isterdi. Ama maalesef millet ve ülke olarak bir demokrasi sınavından daha sınıfta kaldık.

Neden mi?

Seçim kampanyası döneminde yapılan kirli siyaset ve sonrasındaki şaibeli iddia ve iftiralara bakılınca bu sorunun cevabını bulmak oldukça kolay olacaktır.

Neler yapılmadı ki seçim kampanyalarında;

Belden aşağı vurmalar, yıllar öncesinden kalan hesaplaşmalar, yalanlar, iftiralar, küfürler ve daha bir sürü ahlak dışı hadise...

Şenlik havasında geçmesi gereken kampanya dönemi adeta işkence haline geldi ve "İyi ki bitti" dedirtti.

Kısacası, bir demokrasi sınavını daha milletçe kaybettik...

Ama sanırım bu seçimin en büyük kaybedeni, oyunu 3-5 kuruşluk menfaate satanlar ve bu nedenle de demokratik iradeye balta vuranlar oldu. Böyleleri yüzünden, genel manada bütün millet ve Türkiye kaybetti.

Seçimlerin üzerinden bir haftadan fazla süre geçmiş olmasına rağmen, sonuçlara ilişkin hala itirazlar yapılmakta ve yeniden gerçekleştirilen sayımlarda, millet iradesine karşı yapılan müdahaleler ve gasplar gün yüzüne çıkarılmaktadır.

Yani, millet olarak sahada kazandığımız maçı, bazı haydutlar yüzünden masa başında kaybetmişiz.

Yeniden yapılan sayımların neticesinde sonuç değişir mi değişmez mi, doğrusu beni çok fazla ilgilendirmiyor. Benim üzüldüğüm husus, sandık başlarında ya da birtakım mahfillerde oynanan kirli oyunlarla millet iradesine vurulan darbedir. Sandığa giren irade, hangi vicdanla ve hangi haleti ruhiye ile değiştirilir, doğrusu buna aklım ermiyor.

Kapıcı seçiminde bile bir sürü soruşturmanın yapıldığı günümüzde, sandıklarda görevlendirilenleri seçmede hiçbir kriter aranmıyor mu?

Fırından ekmek, ya da marketten sakız çalan bir adam bu sabıkası nedeniyle en basit işlere bile giremezken, seçim gibi kritik bir olayda görev alanlarla ilgili araştırma yapılmıyorsa vay bizim halimize.

Göreve gelirken, vicdanlarını ve ahlaki değerlerini evde bırakan, ya da böylesi ulvi değerlere zaten sahip olmayan bu tür insanlar için oy çalmak zaten sıradan bir iştir. Sadece üç-beş kuruş yevmiye almak ve kendilerine emredileni yapmak dışında hiçbir gayeleri olmayan bu insancıklar için, helal-haram gibi kavramlar tamamen anlamsızdır. Böylesi insanlar çin ne desek nafile...

Fakat sanırım sorunun asıl kaynağı bu tip insanlarda değil, sistemin bizzat kendisinde. Dünyanın en iyi seçim sistemlerinden birine sahip olmakla övünürken, insan unsurunu hesaba katmayışımız büyük bir eksikliktir. Sandık başlarında görevlendirilen resmi görevliler ile, partilerince seçilip görev verilen elemanlarda sorun varsa, sistem ne yapsın. Kısacası, tuz koktuysa yapılacak bir şey kalmamış demektir.

Anlaşılan o ki, insan yetiştirme konusunda daha çook ekmek yememiz lazım...

Peki, sandıktaki sorunu çözdük diyelim, hak yerini bulmuş olacak mı? Mesela, bu durumda oylar milletin hür iradesiyle kullanılmış ve seçim sonuçları gerçek iradeyi yansıtmış sayılacak mı?

Doğrusu ben bu soruların cevabı konusunda da pek iyimser değilim.

Çünkü, yine bu seçimlerde gördük ki, millet iradesi üç-beş kuruşa satın alındı ve kirli siyasete aldanan insanlar kısa günün karının peşinden gittiler. Kar yaptık sandılar, oysa aldandılar.

Merak ettiğim konu nedir biliyor musunuz?

Hani oy namustu?

Hani oy bizim en büyük demokratik silahımızdı?

Kendi silahımızla kendi topuğumuza kurşun sıkmanın mantıklı bir açıklaması var mıdır?

Kısacası, namusumuz olan bir silahla neden namussuzluk yaptık biz?

Oysa ki, bilinen meşhur adıyla Malcolm X (Malik El Şahbaz)'a ait şu söz ne kadar da manidardır;

"İster mermi kullansın, ister oy pusulası, insan iyi nişan almalı. Kuklayı değil, kuklacıyı vurmalı."

Bizim kuklayı da kuklacıyı da görmeye mecalimiz kalmamış. Bu nedenle, verdiğimiz oyun manasını anlamaktan bile maalesef aciziz.

Bugün, oyunu 100 gram kahveye satanlardan yarın ne beklenmez ki?

İnsanlar, seçim öncesindeki son gece ceplerine konulan üç-beş kuruş paranın, aslında zaten kendi paraları olduğunu nasıl anlamazlar ki?

Seçim öncesinde yüzlerine gülüp binbir türlü vaatte bulunanların, seçim sonrasında yüzlerine bile bakmadıklarını daha önce hiç mi görmedi bu insanlar?

Hırsızlık için illa hırsız olmak gerekmez, hırsıza yardım ve yataklık etmek te hırsızlıktır, bunu bilmezler mi?

Yazık ki, ne yazık bizlere...

Seçim döneminde şahit olduğum bir konuşmada, A partisinden biri B partisinin yaptığı erzak ve para yardımlarından şikayet ediyordu. Bir başka A partili de kendi arkadaşına çıkışarak şöyle demişti:

- O kısmına karışma kardeş, doğru yapıyorlar. Keşke bizimkiler de yapsa. Zaten sadece seçim zamanlarında yiyecek-içecek görüyor millet...

Düştüğümüz durum aynen bu; çok yazık...

Yani önce aç bırak, sonra ekmek ver ki, senden iyisi olmasın. Taktik, emperyalist ülkelerin Afrikadaki yoksul ülkeler üzerinde gerçekleştirdikleri taktiğe ne kadar da çok benziyor değil mi?

Bu yardımları yapanlardan bazılarının hiç te samimi olmadıkları, seçimin hemen sonrasında anlaşıldı zaten. Beş yıl beklenip seçim kampanyaları döneminde apar topar başlanan bazı işler ne kadar plansız ve programsız ve ne kadar da komikti. "Olsun, gene de hiç yoktan iyidir" diyerek kendimizi aldattık.

Peki, seçimlerin hemen sonrasında ne oldu biliyor musunuz?

Seçim bitti, oyun sona erdi; kukla ve kuklacı hayatta kalmaya devam ediyor, silahın sahibi ise kendini vurdu...

Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum;

Biz merkep olduğumuz sürece, sırtımıza semer vuran çok olur. Bu konuyla ilgili olarak Yüce Yaradan şöyle demektedir:

"Bir toplum kendini değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez." (Ra'd, 13/11)

Esen Kalın...