Siyaset ilk dönemlerde insan topluluklarını yönetme, devlet işlerini düzenleme ve kamu düzenini sağlamayla ilgili bir ilke, bir anlayış, bir beceri bir sanattı.

Lakin artık
Oldukça daraldı ve değişti.
Radikal ve çarpıcı değişim oldu,Ahlâk ve metafizikten koptu.

Siyaset; klasik literatürde, adaleti gerçekleştiren, haksızlıkları önleyen ve kamu yararını sağlayan ve  değerli övgüye layık bir ilim veya faaliyetti.

Lakin artık çoğu insanın gözünde kötü bir şöhrete sahip oldu.Sebebi ise ahlakî ilkelerden uzaklaşmasıdır.

Günümüzün siyaseti,malesef  Kirli Siyasettir.
Yalan, aldatma, ikiyüzlülük, manipülasyon, propaganda, popülarite, ve  çatışmalardan ibarettir.

Konuştuğumuz tartıştığımız çoğunluk, artık halihazırdaki siyaset anlayışını “kirli” olarak tarif  ediyor ve “temiz” siyasetin özlemini dile getiriyor. 

Hemen her gün internet sitelerine, gazete sayfalarına veya televizyon kanallarına yansıyan siyasetçilerle ilgili farklı farklı ifşaatlar, yalanlar, yolsuzluklar da bu kirli siyaset imajını güçlendiriyor.

Yapılan anketlerde, siyasetçiler “en çok güvenilmeyen insanlar” olarak yer alıyor. 

Zira siyaset denildiğinde pek çoklarının aklına
“nabza göre şerbet verme”, “halkın gazını alma”, “meydanlarda göz boyayıcı nutuklar atma”, 
“bir şekilde muhalifleri diskalifiye etme ve itibarsızlaştırma”, 
“yalancı vaatlerle halkı aldatma veya ümit tüccarlığı yapma” 

gibi anlamlar geliyor.
 
Yani malesef siyaset âdeta bir cambazlığa dönüştü. 

Günümüzün modern devlet yapıları dahi, siyasetçileri yeterince itibar edilecek kimseler olarak görmüyor ve bürokrasiyi onun önüne geçiriyor.

Siyasetçilerin tavır ve davranışları,
birbirleriyle münasebetleri veya siyaset vasıtasıyla ulaşmak istedikleri hedefler de siyasetin “kirli” olarak algılanmasına sebep oluyor.

Kabaca ifade etmek gerekirse siyasetçiler açısından siyaset, iktidarı elde etme, koruma ve devam ettirme vasıtasından öteye geçmiyor. 

Dolayısıyla siyaset, ülke kaynaklarının adil bir şekilde dağıtıldığı, haksızlıkların önlendiği, toplumun barışçıl bir şekilde idare edildiği ve kamu menfaatlerinin temin edildiği bir uğraş olmaktan çıkarak bireysel veya zümresel çıkarların peşinde koşulduğu bir alan haline geldi.

Biraz daha açacak olursak maalesef günümüzde siyasete girmek, özellikle hukukun oturmadığı ve demokrasinin gelişmediği ülkelerde,
makam kapmanın,
itibar elde etmenin,
cebi doldurmanın,
lüks yaşamanın,
yandaşları meslek sahibi yapmanın,
kadrolaşmanın,
dilediklerini devlet imkanlarından istifade ettirmenin,
yandaşlığın adresi haline gelmiş durumda. 
Bu yönüyle günümüz siyaseti menfaat çarkları üzerinde dönüyor. 

Halk nazarında popülarite kazanarak iktidarı ele geçirmek, sonrasında da iktidar gücünü ve ülke kaynaklarını kendi menfaatleri istikametinde kullanmanın siyasilerin en önemli hedefi haline gelmesi, siyasetin nasıl ana mihverinden kaydığını gösteriyor. 

Pek çok siyasinin hedefi gayrimeşru ve gayriinsani olduğu gibi, onların bu hedefe ulaşma adına takip ettikleri yol ve yöntemler de gayrimeşrudur. 

Siyasiler, din ve ahlakın ilke ve esaslarından uzaklaştıkları için, hedeflerine ulaşma adına her yolu mubah görüyorlar.

Maalesef günümüz siyaseti, siyasileri sınırlayacak, bağlayacak ve istikamette tutacak hiçbir istikrara ilkeye ve kırmızı çizgiye sahip değil.

Güce tapıldığı ve menfaatin kutsallaştırıldığı bir yerde yol arkadaşlığı, sadakat ve vefa gibi kavramlar da değerini yitirmekte; ilkeli duruşun yerini omurgasızlık ve kaypaklık almaktadır.

İnsanların satın alınabildiği ve rahatlıkla birbirini satabildiği bir ortamda doğruluk, dürüstlük ve güven gibi ahlakî vasıflardan bahsedilemeyeceği ise aşikardır.

Günümüzde siyasetin kendine mahsus ilke ve kuralları olduğu kabul edildiği için, birey veya toplum açısından onaylanmayan ve ahlakdışı görülen pek çok eylem ve davranış siyasetçiler söz konusu olduğunda “mümkün” görülüyor ve hatta bunlar siyasetin bir gereği olarak kabul ediliyor.
Mesela siyasetçilerin dün “ak” dediğine bugün “kara” demeleri, dün yerden yere vurdukları birini bugün yere göğe sığdıramamaları, hep ikiyüzlü davranmaları ve sürekli muhalifleriyle kavga yapmaları halk tarafından da normal görülüyor.Öte yandan bugünün siyaseti inhisarcı (tekelci) ve toptancı bir mantığa sahiptir.

Siyasileri dinleyen birisi, âdeta bütün iyiliklerin ve faziletlerin onlarda toplandığını; her türlü kötülüğün, fenalığın ve sahtekarlığın ise muhaliflerince icra edildiğini zanneder.

İslam ne kadar uzlaşıyı, sulhu, barışı, birlik ve beraberliği öne çıkaran bir din ise siyaset o kadar bölücü, ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı bir söylem ve eylemi tercih ediyor.
Çünkü  böyle bir yöntem siyasilerin toplumu idare etmelerini daha da kolaylaştırıyor. 

Siyasetin bu kutuplaştırıcı tavrı halkı da bir şekilde tarafgir haline getirmekte, militanlaştırmakta, radikalleştirmekte ve aşırı politize etmektedir.

Halk, taraftar oldukları partileri veya parti liderlerini kayıtsız şartsız ve körü körüne desteklediği için, insaf, adalet ve hakkaniyet duygularını kaybetmekte ve yapılan hataları görememektedir.

Tarafgirlik illetine yakalanan kişiler, benimsedikleri partideki şeytan karakterli insanları, başka partilerden olan salih zatlara tercih edebilmektedirler.

Bediüzzaman, ne güzel söylemiş ‘euzübillahimine’ş şeytani ve’s siyasiye (Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınıyorum.)’ 

Bazı kişiler sırf destekledikleri partiye zarar gelmesin diye ailede, kurumlarda veya toplumda yaşanan bir kısım yüz kızartıcı suçların üstünü örtmeye çalışıyor göz yumuyor.

Siyasiler, medya gücünü de kullanarak farklı propaganda taktikleriyle sürekli halkı yanına çekmeye çalışıyor ve asla insanların salim kafayla düşünmelerine müsaade etmiyor.

Ne zaman ki bunların yanında daha üst değerlerin ve ilkelerin de olduğu hatırlanır ve önemsenirse işte o zaman değişime start verilecektir.