İnsan bu işte; gün olur büyürsün, buyurursun gövdeni denizlere sığdıramazsın. Gün olur küçülürsün, ayağın tökezler ufak bir su birikintisinde düşer kalırsın. Gün olur hiçbir terzinin elinde senin boyunun ölçüsünü alacak mezuralar, cetveller bulunmaz, duyguların coşar ve kabarır. Gün olur, umutsuzluk sarar her yanını, doğan günle batarsın.

Zaman hiç durmadan akıp gidiyor ve bizler zamanın bıraktığı izlerle yaşamak zorunda kalıyoruz. Bazen bir çocuğun masum gülüşüyle, bazen saçından düşen bir telin hatırlattığı sonbahar hüznüyle ve bazen aynada yansıyan sönük yüzünle geçmişe yolculuk yapar, yüzleşirsin.

Şair ve yazar Nicos Kazancakis; bir gün dalgın dalgın ırmağa bakan bir ihtiyara merak edip yaklaşır ve sorar:

-Nereye bakıyorsunuz? İhtiyar büyük bir elem içerisinde cevap verir:

-“Hayatıma oğul, akıp giden hayatıma…”

Hayat bu işte; bazen akıp giden bir ırmak, bazen güneşli bir günde aniden bastıran sağanak bir yağmur, bazen yağmurdan sonra doğan rengârenk bir gökkuşağı gibidir. Dolu olur dökülür başına, gök yarılmış gibi yıldırımlar çakar yüreğine, karanlıkta kalırsın sonu gelmez bir korku filmi gibi.

Gökyüzü hep karanlık kalmaz güneşi var, ayı var, yıldızı var. Bazen güneş tutulur, bazen ay akşamdan doğar. Hayat bu işte, bazen parlayan bir yıldız, bazen sönen bir yıldız, bazen de kayan bir yıldız gibi. Bir ağlatır, bir güldürür. Bir kaybettirir, bir buldurur.

Zaman bir ak saçlı, aksakallı ihtiyar. Şahitlik ediyor bunca yaşanmışlıklara, saçına düşen beyazlar gibi. Geriye dönüp arkana baktığında hayatın bir film şeridi gibi gözünün önünden gelip geçer. Gözlerin nemlenir, ruhun daralır ama yüreğin kıpır kıpırdır. Ne saçlarına düşen ak, ne dizlerinde kalmayan takat, ne yüzündeki kalınlaşan çizgiler, yüreğindeki çocuğu büyütemez. Zamana tek direnen yüreğindir.

O yüzden kalbiyle yaşayanlar yaşlanmaz. Kalp gözüyle görenler, derdi vereni de görür ve sever, derdi verenin dermanı da gönderdiğini de bilir. Zalimin zulmünü de görür, zalimin zulmünün yanına kar kalmadığını da bilir. Karanlık bir gecede kara karıncayı görüp gözeten, yolunu ve yönünü tayin eden, darda kalmışlara nice kapılar açtığını da görür ve bilir. Zaman bir çark-ı felek, nice ikballeri idbare, nice idbarleri ikbale çevirir.

Yarım yüzyıllık ömrümde, sabırla pişen nice aş gördüm. Sabırla ve emekle pişen aşın lezzeti bir başka oluyor. Saçıma düşen beyazlar, sabrın ve tecrübenin meyveleri olduklarını artık kendileri de saklamıyorlar. Sıkıntılar, kederler bazen kartopu gibi büyüyor ama bir samyeliyle nasıl eridiğine onlarca kez şahittirler.

Zaman elimizden akıp gidiyor. Geçmişte çekilen ahlarımızın yanına gelecekte vahlarımızı eklememek için zamanın kıymetini bilelim. Bugünün işini yarına, yarınkini öbür güne erteleyebiliriz ama zamanı erteleyemeyiz. Sabır bugünkü işi yarına bırakmak değildir. Geçen gün ömürdendir.