Öncelikle savaşların askeri birlikler arasında yapıldığını bilerek, Ardahan’da böyle bir savaşın yaşanmadığını yaptığımız araştırmada görüyoruz.
Yani savaş meydanında ordular karşı karşıya gelmeden Ardahan kurtulmuş. Aslında kurtulmuş demektense tazminat olarak verilen topraklar uzun yıllar sonra geri alınmış.
Yani buralarda kardeşçe iç içe yaşayan Gürcüler, Ermeniler ve Malakan denen Ruslar, İstanbul'dan gelen bir telgrafla bir anda birbirlerinin düşmanı kesilip, kimine göre Ermeniler, kimine göre Gürcüler, kimine göre ise de Ruslar bizimkilerini doğramaya başlamış, hatta camilere toplayıp yakmışlar. Ve bizim basma kalıp, tarihimiz baktığımızda da sanki bizimkiler şu an ortada olmayan ellerinde Ardahan gülleri ile öldürmeyi değil, ölmeyi beklemişler gibi anlatılır...
Burasının çok karışık olduğunu ve de 'Vatana ihanet, Terörist, Fetocu' yaftaları ile başımıza yeni bir dava açmadan geçerken benim tespitlerimde buralarda, öyle sanıldığı gibi harp meydanı kurulmadan birileri çekip gitmiş, giderken de kızıp yakmış, belki de önleri kesilmek istenmiş ..
Büyüklerimizin dediği gibi burayı geçip, işi tarihçilere bırakalım diyerek, buradan sükûtla ve yumuşaktan bir geçiş yapıyoruz.
Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu Ardahan’ın bugünkü kurtuluşudur...
Bu kurtuluş adı da fakirlikten, yoksulluktan, siyasi boşluktan, göçten kurtuluştur.
Peki, 'bu nasıl olacak?' diye her gün kafa yoran bizler gibi birçoğumuzun gayretleri bazen Çamlı Çatak'ın (Gölebert) ormanlarında, bazen de Göle Karonun suyunda, ya da Çıldır gölünün yanında ki kulübe mi, lokanta mı bilinmez Atalay’ın Yeri denilen yerlerde tartışılır. Damal'da ise bir elma ile dikilen kadehlerle dükkân ardiyelerinde veya yaşlılara kaldığı için çocuk doğmayan delinip, tünel açılmasını beklediğimiz Ulgar'ın ardından kafa yorarız...
Bu gayretlerin ve de emeklerin, bol alkollü ve de kırmızı etli sohbetler yüzünden kafaları çakır keyif ettiğinden o an konuşulanlar, rakının şişede durmadığı gibi beyinlerde de durmadığına şahit olur, dururuz.. Ve; 'Bir daha ki 35’liği kim ısmarlayacak?' diyerek bitirdiğimiz o güzelim kurtuluş tartışmalarını...
Bunun yanı sıra bazılarımız da başta İstanbul’da olmak üzere, Ankara’da, İzmir’de ve de diğer kentlerde, Ardahan’ın nasıl olur bu halde kurtuluşunu tartışırız.
Bunun içinde o yol kenarlarında bulunan, falan ET LOKANTASI, filan KENDİN PİŞİR isimli yerlerde bir araya gelir, burada bir gram et alamadığı için bir yaz boyunca kaz çobanlığı yapan ninemizden bedavadan aldığımız kazları da pişirerek, büyük şehirli olduğu için normal rakıyla değil Tekirdağ rakısıyla Ardahan’ı kurtarmaya çalışırız...
Bazılarımız yukarıda saydığımız şıkları da içine alarak işi daha da büyütür, bulduğu dost akraba ile kurduğu Ardahan isimli bir dernekle, kendisine başkan dedirtir ve bu yol ile kendi öz çıkarlarını değil, toplumun sorunlarını çözmek için kendisine, FALAN DERNEĞİN BAŞKANI dedirterek kapıları aralar ..
Makamları ziyaret eder, bunu yaparken de müteahhit, iş adamı ya da bürokrat olduğunu da söz arasında belirtir ve halkının yararına birçok işi de gelmişken alırız.
Peki ya ÇANTACI DERNEKLER denilen yerleri, yurtları belli olmayan, 40 yıl aynı isimlerin başkan olduğu dernek ve de vakıfların çabasını göz ardımı edeceğiz?
Yok canım, onları ihmal etmek memlekete ihanet sayılır, hatta 301’den olmazsa da Ardahan’ın plakası da olan 75’ten yargılanırız bile..
Çünkü onlar ÇANTA lafını ileriye götürüp, omuzladıkları kara çantalı, bol paralıları seçimden seçime alır Ardahan’a gelir ve oylarımızı alarak memleketi kurtaramazsalar da, ya Türkücüler eşliğinde Şavşat’lıyı aşar, ya Erzurum’lu yu, ya da doğduğundan beri Ardahan’ı görmeyen saygın ve de Büyükşehir de bir hemşerimizi kurtarırlar ..
Hatta bu yetmez, hiç de utanmadan Ardahan’a gelip, çeperlerin dibinde tuvalet ihtiyaçlarını karşılayan akrabalarını yönlendirip, birilerine BAŞBAKAN, BAKAN diye bağırtırlar ..
Peki ya o buradan tortuyu bile bırakmadan, kazandığını sırtlayıp götüren ve buradayken ağa ismini alan, büyük kentler de iş adamı olanlara ne demek gerek?
Ya sonradan görmenin, çıktığı yeri beğenmemesi?
Onlar, gurbette sığınacak bir yer arayan buradaki insanları hemşeri adı altında toplayıp, kimisine bekçi pardon bugünkü lüks adıyla güvenlikçi, kimisine taşeron adını taktırıp ele sömürtmeden kendilerine çalıştırdıktan sonra altlarına 4x4’ler alarak, köylerinde değil Yalova'da, Kandıra’da, Avşa’da ve adını sayamayacağımız bir çok yerde aldıkları yazlıklara çekilip, "Ardahan’ı nasıl kurtaracağız?" diye kara kara düşünerek, bir yaz boyunca kafa yorarlar, arada birde o buradan kalma kara vücutlarıyla da denizlere girip, çimerler ..
Evet Ardahan’ı kurtarmaya talip olanları sıraladığımız bu çok önemli ve de satır satır okunduğu takdirde konuya muhatap olanları azda olsa utandırmayacak yazımızı bitirirken, bizlerin ne yaptığına da bakmak gerek..
Tabi bizler burada kaldığımız için önce sınır bekçisi, sonrada, 'karını, kışını, buzunu çekeniz' diyerek, kendimize ad takar, kulüplerden çıkmayıp kapalı olan yolu dolayısıyla şehre gelmeyen köylünün derdine çare bulmak için Hoşgün, Okey, Tavla oynar akşamları da bir kadeh içer, masalar kurarız.
Kimimiz ise gerek yazılarıyla, kimisi ise davranışlarıyla başlarını okşatıp, mutlu olurlar ..
Böylece akşam ya çakır keyifli ya da abdestli olarak gittiğimiz evlerimizde karımıza hava atarız, "Vali beyleydim, Kaymakam’ın memleketi kurtarmak babında çok güzel projeleri var, falan müdür yaman adam’ der, aile için de çok önemli adam olarak kendimizi yutturur ve sabah siftah yapmayan dükkânda gün boyu sinek avladığımızı saklarız...
Evet, bazen de benim gibi oturur sabaha kadar memleketi kurtarma babında yazar, çizeriz... Yazıp, çizdikçe de birileri tarafından çok sevilir, ya adliyeye misafir ediliriz, Veya da ekmek yemeyi, uykuyu unutup, bir paket sigarının ikiye çıktığını sabahın ilk ışıklarının camdan içeriye süzüldüğünü anlamayız ..
Ne edelim baba ya, kimi ele kimi bele bu memleketi elbet kurtaracak birileri bir gün çıkar, işte o zaman ikinci kurtuluşu hep birlikte kutlarız.
Ele değil mi yani!