Bir zamanlar başta prenses, prens ve padişahların giyim, kuşamlarının ham maddesi ipekler olmak üzere Develer, Atlara hatta Fillerle yüklenen değerli eşyalarla birlikte çıkılan ve Çin'den başlayarak önce Anadolu'ya sonra Akdeniz aracılığıyla Avrupa'ya kadar uzanan yolun adıdır ipek yolu.

UNESCO'nun Chang'an-Tianshan koridorunu Dünya Mirası olarak belirlediği bu yolun çıkışından bitmeyen sonunda yaşananların başın çeken en birinci neden ekonomi diye bilinsede içine bin bir gecelerin yaşandığı masallara, hikayelere, unutulmayan anılara ve aşklara da açılan önemli bir yoldur.


İpek Yolu sadece tüccarların değil, aynı zamanda doğudan batıya ve batıdan doğuya bilgelerin, orduların, fikirlerin, dinlerin ve kültürlerin de yolu olmuştur.


Milattan yüzyıllar önce Mısırlılar, daha sonra da Romalılar, Çinlilerden ipek satın almak için çıkılan bu yollar üzerinde nice hanlar, saraylar, bugün ise adları butik hotel, turistik otel, 3, 4, 5 yıldızlı konaklar dizildiğinde ve bunlarda yaşanan onca olay ve aşkların kimi kanlı olaylara, kiminin ise hala dillerde olan mazilere vesile olmuştur, Moğolların ekonomi gelir diye at sırtlarından kilo metrelerce gidip, aydan bile görünen Çin seddini delip, aşarken asıl amaçlarının o surların ardında ki güzeller güzeli prensese ulaşmak olduğu çokta bilinmez, anlatılmaz..


Bugün Ardahanlıların üzerinde bir istasyonun kurulması için 'Doğu Expresinin Son Durağı Ardahan olsun' dedikleri demir yolu olan İpek Yolu adı verilen güzergâhı izleyen kervanların önünü kesip, saldıranlar, esir alanlar, malarına el koyanlarında aklının, kalplerinin bir köşesinde hep bir aşk, bir güzele ulaşma hesaplarının olduğunu öğrenmek için o saray denen kervansaraylı konaklama merkezlerinin duvarlarına bakıp, okşamak yeter, artar bile.. Çünkü dokunulduğu da o soğuk denen kalp gibi 4 harfli kalelerin duvarlarının her bir taşının bir şeyler anlattığın his eder eğer varsa sol yanınızda atan bir kalp..


Birçok milletin hayatında çok önemli bir yer tutan ipek yumuşaklığında yaşanılan ilişkilerin tuzu biberi olan baharatın acısının da aşk ilişkilerinde gibi acıtsa da yine de doyulmaz tadı olduğunu hala bilinir demi diye sormak bile gereksiz değil mi sizce?..


Dün ipeğin, bugün teknolojinin rol oynadığı batı dünyası için, uluslararası ilişkilerde önemli bir rol oynayan bu yolda doğu kültürünün batı tarafına taşınmasında da büyük rol oynayan bu yola çıkanın bir daha dönmek istemesi ve doğunun ipeği ile acı/tatlı baharatının kervanlarla batıya taşınmasına yol açan bu yolun Çin'den Avrupa'ya ulaşan ticaret yolu olarak bilinse de bir aşk yolu olduğuda unutulmamalı ve bu yönde bakıldığında nicelerinin bu yolda yarı kaldığı, ulaşmak istediğine ulaşamadan bu dünyadan göç ettiğini de bu yol üzerine ele alınan ve kütüphaneleri dolduran kitaplarda, tarihi notlarda okuyarak hissetmek yetmez mi?..


 Ortaçağda, ticaret kervanları, şimdiki Çin'in Şian kentinden hareket ederek Özbekistan'ın Kaşgar kentine gelirler, burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar Denizi'ne, diğeri ile de Karakurum Dağları'nı aşarak İran üzerinden Anadolu'ya ulaşan bu yolun adının bugün demiryolu, bölünmüş yol, otoban adını alırken bu yol üzerinde yaşanan onca aşk ilişkilerinin bir çoğu bugün hala yaşanır, onlar için geride bırakılan yolların yeni yollara yol açtığını da dip not olarak buraya, onca ipek yolunu anlatan bilgilere eklemekte yarar ve fayda var.


Kara olan Anadolu'dan deniz yoluna yani Akdeniz ve Karadeniz (Tirebolu) limanlarından veya Trakya üzerinden kara yolu ile Avrupa'ya gidenlerin torunları olanların dedeleri gibi birer kalbe, duygulara sahip olduğunu unutmadan..


Nereden çıktı bu yazı diye soranlara hem bugün cumartesi olduğunu hem de geride kalan bir cuma günü gittiğim Osmanlının başkentinin ortasında adını ipek yolundan alan tarihi, kültürel bir yapıdan oluşan, ev sahibi hemşerim Can bey ile iş ortağı Erzurum/Çatlı İsmail beyin aşkla, sevgiyle ev sahipliği yaptığı adı gibi olan İpek Yolu Hotel'in ziyaretimin olduğu 3. Bursa ziyaretim esnasında yaşadığım his ve duygularımı tetikleyen o kalp gibi 4 harfli kale surlarıyla çevrili çarşıda  bulup, hızla göz attığım Selda Terek Bilecen'in, 'İnadına yaşanan zararına Aşklar' adlı kitabın anlattıkları ve bu yazımı anlatmaya çalışan Hakan Aktaş'ın 'Bu zirvenin yukarıdan görünüşünde kim neler görebilir' dip notu ile baba yolladığı o fotoğrafa, 'Kalbin içinde attığı gönlün önce  beyine, sonra ayaklara, ardından kollara verdiği emirle zar zor ve tüm engellere rağmen çıkılan o zirvede gözlerin ilk gördüğü tabloda ki sen misin uyuyan güzel?!.

Yoksa bensiz kalıp, ölmüşmüşsün?..

Belki de; o dağları ben sanıp, bana sarılırcasına, başını göğsüme koymuşçasına uyuyor musun?!..' diye bende dip not düşüp, o fotoğrafta gördüklerim ardından kalbime yazdıklarımla yaşadıklarım gibi çıktı bu yazı karşınıza, kalbinize derim..