Pek çoğumuz şu meşhur hikayeyi duymuşuzdur:

Duvardaki çatlaktan bakan fare, çiftlik sahibi ile karısının bir paketi açtıklarını gördü. “İçinde yiyecek mi var?” derken, bir baktı ki fare kapanı!

Hemen bahçeye koşup, alarmı verdi:

"Evde kapan var! Evde kapan var!"

Tavuk gıdaklayıp, kafayı kaldırdı ve "Bay fare, bu sizin için ciddi bir sorun olsa da, ne yazık ki beni ilgilendiren bir tarafı yok" dedi.

Fare dönüp bu sefer koyuna, “Evde kapan var, evde kapan var” dedi.

Koyun konuyla ilgilendi ama, kendi hesabına "Üzgünüm bay fare, vah vah, emin ol senin için dua edeceğim” dedi.

Fare bu kez öküze yöneldi ve nefes nefese, “Evde kapan var! Evde kapan var!” diye bağırdı.

Öküz, "Bay Fare, senin için üzüldüm, ama bu benim burnumu sokacağım bir şey değil" dedi.

Bu durum karşısında farenin de başını eğip, gitmekten baska çaresi kalmamıştı.

Artık, yalnızlık ve terkedilmişlik hisleri içinde, fare kapanı ile tek başına başa çıkmaya çalışacaktı.

O aksam evde alışılmamış bir ses duyuldu; sanki kapan avının üzerine kapanmıştı.

Sese koşan çiftçinin karısı, karanlıkta zehirli bir yılanın kuyruğunu kapana kaptırdığını görmedi, yılan da kadını ısırdı.

Çiftçi karısını hemen hastaneye götürdüyse de, karısı eve ateşli ve hasta olarak döndü.

Eee ateşli insana ne verilir? Sıcacık bir tavuk çorbası. Bu nedenle de tavuk hemen kesilip acilen pişirildi.

Ama kadın hala iyileşmiyordu. Eş dost ahbap filan da hasta ziyaretine gelince, çiftçi gelenlere ikram için koyunu da kesmek zorunda kaldı.

Çiftçinin karısı hastalıktan iyileşemedi ve bir süre sonra, öldü.

Cenaze oldukça kalabalıktı. Gelen konukları doyurmak için kesilen bu defa da öküz oldu.

Fareye de bütün bu olan biteni deliğinden izlemek düştü...

Hikayedeki yaşananların benzerlerini gerek bireysel, gerekse de toplumsal seviyede pek çok defa şahit olmuşuzdur.

Birkaçını hatırlayalım mı?

Mesela, Kahraman Ordumuz Kuzey Irak'ta ve Suriye'de güvenliğimiz açısından son derece hayati operasyonlar düzenlerken, bazı insanlar "Irak'ta ve Suriye'de bizim ne işimiz var? Sınır ötemizde yaşananlar bizi ilgilendirmez" demediler mi?

Gene bazı insanlar, 15 Temmuz hain darbe girişimini kavrayamayıp (ya da anlamazlıktan gelerek) "Bu bir tiyatro, iktidar partisi ile bir cemaatin hesaplaşması, birbirlerini yesinler, bizi ilgilendirmez" demediler mi?

Bir siyasi parti lideri, Libyaya barış amacıyla giden askerlerimiz için  "Libya'da bizim ne işimiz var" demedi mi?

Gariptir ki, yurdumun dört bir yanında bombalar patlarjen ve gencecik vatandaşlarımız, polislerimiz, askerlerimiz şehit ediliyorken ‘Siz ne zaman PKK ile mücadele edeceksiniz ve Kobani veya diğer yerlerde bu işi engelleyeceksiniz?’ diye soranlar, sınır ötesi operasyonlar başlayınca da "Bizim Suriye’de ve Kuzey Irak'ta ne işimiz var" demeye başladılar.

Arkadaş, elin Amerikalısı, Avrupalısı ve Rus'u bilmem kaç bin kilometre öteden kalkıp Ortadoğu'da, Doğu Avrupa'da veya Asya'nın en uzak köşelerinde cirit atarken, biz misak-ı milli sınırlarımız içerisinde, kadim topraklarımızda ve burnumuzun dibindeki ülkelerdeki olan bitenlere bigane kalıp "Bize ne" mi demeliyiz?

Kaldı ki, biz kimseyi sömürmek niyetiyle değil, sadece güvenliğimize ve ulusal menfaatlerimize karşı mevcut tehditleri ve olası riskleri berteraf etmek için o topraklarda bulunuyoruz..

Türkiye olarak, şimdilerde bir kez daha, "Beni ilgilendirmez" diyemeyeceğimiz bir durumla karşı karşıyayız. İyi ilişkiler içerisinde olduğumuz Rusya ve Ukrayna, burnumuzun dibinde birbirleriyle savaş halindeler. Yukarıda anlatılan hikayeye bakınca, sözkonusu iki ülkenin yaşadığı sorunlar bizi ilgiendirmez diyebilir miyiz?

Kesinlikle hayır...

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından, şu yaşanmış olaya bir bakalım:

12 Mart 1971 darbesinden birkaç ay önce dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'e gizli bir davet ulaşır. İran Büyükelçiliği, Şah Rıza Pehlevi'nin, Çağlayangil ile acilen görüşmek istediği haberini getirmiştir.

Neticede Çağlayangil, İran'a gider ve olağan protokol kurallarının dışında bir görüşme yapılır. Yanında güvenlik danışmanı bulunan Pehlevi, hemen konuya girer; "Birkaç ay içinde Türkiye'de ordu darbe yapacak" der.

Çağlayangil bu sözü işitince fena halde bozulur. Belli ki İran gizili servisi Tahran'a böyle bir bilgi geçmiştir.

Durum gerçekten  yüz kızartıcıdır...

Düşünsenize, Türkiye Dışişleri Bakanı, ülkesinde darbe olacağını, komşu bir ülkenin devlet başkanından öğreniyor.

Çağlayangil, karizmayı çizdirmemek için uygun bir lisanla Şah'a, "Bizim içişlerimiz sizi ilgilendirmez" der.

Şimdi de bozulma sırası Pehlevi'ye gelmiştir. Şah, durumu Çağlayangil'e şöyle anlatır:

"Hem içeride, hem dışarıda uğraşacağım sürüyle sorun var. Babam cahil adamdı, ama bana daima  "Türklerle iyi geçin" derdi. Sizde sağlam bir rejim olduğu sürece, benim için Türkiye sınırı mesele olmaz ve "yarın ne olacak" diye kaygılanmama da gerek kalmaz. Türkiye'deki rejimin selameti, bizim de selametimizdir."

Bu anekdot, bir ülkenin, komşusu ya da müttefiki olan diğer bir ülkeye "Benim içişlerim seni ilgilendirmez, seninkiler de beni" deme lüksüne sahip olmadığının çok güzel bir ifadesindir...

Nasıl ki herhangi bir şahsa karşı yapılan haksızlık, herkese karşı yapılmış bir tehdit manasına geliyor ise, herhangi bir ülkeye karşı yapılan haksızlık da, diğer bütün ülkelere karşı yapılmış tehdit demektir.

Haksızlık karşısında tepkisiz kalmak, ilerideki muhtemel haksızlıklara çanak tutmaktan başka birşey değildir...

Son söz Aziz Nesin'den:

"Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" diyerek yaşattığınız yılanların bir sonraki hedefi, siz olursunuz...

Esen Kalın...