"Geçen Pazar gününün biz Türkler için önemi neydi" diye sorsam, doğru cevap verebilecek kişi sayısının çok olacağını sanmıyorum. Oysa ki o gün, hepimizi ilgilendiren önemli bir gündü...

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün talimat ve katılımıyla 1932 yılında düzenlenen Birinci Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül’ü her yıl “Türk Dil Bayramı” olarak kutluyoruz.

Bunun ötesinde, 30 Ocak 2021 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Genelge ile 2021 yılı “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” olarak ilan edilmişti.

Ne yazıktır ki, dilimize sahip çıkmanın, geçmişimize ve kültürümüze sahip çıkmak olduğu bilincinde olmadığımızdan, böylesine önemli yıl ve günleri bilmiyoruz, bilsek de hatırlamıyoruz...

Oysa ki Dünyada konuşulan 6 bine yakın lehçe ve dil arasında en çok konuşulan 10 dilden biri Türkçedir. Dilimiz, asırlar boyunca pek çok farklı medeniyete ev sahipliği yapmış bu topraklarda, milli kültürümüzün, kimliğimizin ve medeniyetimizin oluşmasında önemli katkılar sağlamıştır.

Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277 tarihindeki “Bugünden sonra divanda, dergâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır” fermanı, Türkçe’nin devlet dili olması, korunması, gelişmesi ve gelecek nesillere aktarılması hususunda önemli bir mihenk taşıdır.

Şimdi, gelelim dilin anlam ve önemine ilişkin bazı bilgiler vermeye;

Duygu, düşünce ve güdülerin, doğrudan ya da dolaylı olarak başkalarına aktarılmasını sağlayan herhangi bir anlatım aracına dil denir.

Dil, insanın iç dünyası ile dış dünyasını birbirine bağlayan en önemli araçtır.

Anadili ise, başlangıçta anneden ve yakın aile

çevresinden, daha sonra da ilişkili bulunulan çevrelerden öğrenilen, insanın bilinçaltına

inen ve bireylerin toplumla en güçlü bağlarını oluşturan dildir. (Doğan Aksan)

Tarihte dilsiz yaşamış millet yoktur. Bir millet olarak yaşayabilmenin ve orijinal bir toplum olmanın yolu da bağımsız bir dile sahip olmaktan geçer.

Dili meydana getiren gizli anlaşmaların ne zaman ve nasıl yapıldığı bilinmemektedir. Dilin doğuşu ve kelimelerin ilk oluşumunda, doğadaki sesleri taklit etmenin önemli bir yeri olduğu sanılmaktadır.

Kavimlerin ve milletlerin ayrı ayrı dillerinin olması, düşünce tarzlarının, kulaklarının ve hançerelerinin, zevk ve eğilimlerinin ayrılığındandır.

Dil, kendi kuralları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık olup, kuşaktan kuşağa aktarılabilen ve toplumun çeşitli özelliklerini yansıtan sosyal bir

kurumdur.

Dildeki gelişmişlik kültür gelişmişliğinin bir ifadesidir. Bir toplumun sözlü ve yazılı değerleri dile aktarıldığından, her dil ait olduğu toplumun sosyal yapısının, kültürünün ve düşünce sisteminin aynası durumundadır. Kültür değerlerinin çoğu dille ifade edilir, dilde ifadesini bulur. Kendi dilimiz olmadan, kendimize özgü edebiyatımızın, müziğimizin olması asla düşünülemez.

Cumhurbaşkanımızın dediği gibi, milletlerin hayat görüşleri, düşünce tarzları, zekâ keskinliği, ruh derinliği ve duygu inceliği o milletin dilinde saklıdır.

“Dil düşüncenin aynasıdır” sözü tam da bunu anlatmaktadır.

Konfüçyüs'e sorarlar:

- Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?"

Büyük filozof, şöyle cevap verir:

- Hiç kuşkusuz dili gözden geçirmekle işe başlardım.

Çünkü;

• Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz,

• Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz,

• Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur,

• Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar,

• Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez.

Dil, insanlar arasında salt bir iletişim aracı olmaktan daha öte fonksiyonlara sahip bir değerdir. Dil, bir kültür ve birliktelik sembolüdür. Bu bağlamda, milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında önemli bir fonksiyon icra eder.

Dil olmasaydı uygarlıklar olmazdı. Tarih bilinci ve gelecek şuuru dil ile oluşur ve ancak dil ile bildiklerimizi söyler ve aktarırız.

O halde, dilimizi korumak ve geliştirmek için Türkçemizin kullanımına özen göstermeliyiz.

Son söz;

Dilimiz kimliğimizdir; dilin kadar varsın...

Esen Kalın...