Milli Düşünce Merkezi kurucusu ve yazarı Prof. Dr. İskender Öksüz “Sıkıntı Krallarda Değil Kralcılıkta” başlıklı son yazısında: “Sonuçları değiştiren krallara, komutanlara, devrimcilere, fikir adamlarına, sanatçılara, her birine tek tek hak ettikleri krediyi verelim. Onları sevelim, gelecek nesillere de öğretelim ve sevdirelim. Burada bir sıkıntı yok. Zaten millet böyle doğar, medeniyet böyle yükselir.” Diyor ve çok haklıdır.

                Metehan dan Mustafa Kemal Atatürk’e uzanan Türk tarihi sürecinde birçok Türk kahramanının, ilim adamlarının isimlerine rastlarız ancak bu isimleri gelecek kuşaklara yeterince tanıttığımız inancında değilim. Tarihini bilmeyen, atasını tanımayan nesiller; korkak, pısırık, yabancı hayranı ve köksüz bir ağaç gibi ayakta duramaz en ufak bir esintide devrilir.

                Bu yazımda sizlere elimden geldiği kadar Azerbaycan’ın ünlü şairi Bahtiyar Vahapzade’in: “Bir kere yükselen bayrak, bir daha inmez” sözünün timsali ömrü boyunca kendisini Türklüğe, Turan’a adayan büyük insan Ebulfez Elçibey’i tanıtmaya çalışacağım.

                Başkalarını bilmem ama şahsen ben Enver Paşa ile Elçibey’i kahramanlık, Türklük aşkı ve Turan Ülküsü konularında birbirlerine çok benzetirim. Ancak ne yazık ki tarih ve kader bu iki idealist kahramanda olduğu gibi her zaman yüzlerine gülmedi. Kafkas Orduları Komutanı Enver Paşa, Çegan tepesinde 4 Ağustos 1922 günü öyle üzeri Rus ordularıyla çarpışırken şehit oldu, Elçibey ise Azerbaycan Türklüğüne daha uzun yıllar hizmet etmesi gerekirken sırf kardeşkanı dökülmesin diye Cumhurbaşkanlığının birinci yılında istifa ederek Nahcivan’daki köyü Keleki’ye çekildi.

                Ebulfez Elçibey’i 1999 yılında Kocaeli-Körfez İlçesinde Belediye Başkanvekiliyken belediyeyi ziyareti esnasında tanıdım. Alnındaki ve yüzündeki çizgiler hayatı boyunca çektiği sıkıntıları, tutsaklıkları ve çileleri resmediyordu.

                Konuşurken kendinden emin, kararlı kelimeler ağzından usta bir şairin şiir nağmeleri gibi dökülüyordu. Belediyenin hatıra defterine ziyaret sebebini açıklayan bir yazısının altına ince uzun parmaklarıyla imzasını atarak sohbete devam ettik.

Elçibey için ne kadar yazı yazsak gene de az gelir. Böyle büyük bir şahsiyetin hayat hikâyesini sözü fazla uzatmadan kaynağından öğrenelim.

Kendisini rahmet ve şükranla anıyorum, ruhu şad olsun.

1. Ailesi ve Kökeni*

Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti sınırları içindeki Ordubad ilçesinin Keleki köyünde 24 Haziran 1938’de dünyaya gelen Ebulfez Elçibey’in babası Güney Azerbaycan Türklerinden Aliyev Kadirkulu Merdanoğlu’dur. Baba tarafından kökü Safevi Devleti’nde önemli görevler üstlenen seyid bir aileye dayan­maktadır. Annesi, Aliyeva Mihrinisa Caferkızı ise Anadolu’dan göç ederek Keleki’ye gelen “Kasımlılar” ailesine mensuptur. Piravdan’da dünyaya gelen Mihrinisa Hanım ve ailesi, Ermeni saldırıları nedeniyle Nahçıvan’a göç etmek zorunda kalmıştır. Oldukça zor şartlarda gerçekleşen bu göç sırasında, donma teh­likesi atlatan Mihrinisa Aliyeva’nın soğuktan donmak suretiyle kangren olan parmaklarını balta ile keserek hayatta kalmış ol­ması, Ermeni mezalimi neticesinde göç eden Türklerin ne şart­lar altında hayatta kaldıklarını gösteren elim bir olaydır.

Keleki’de Bünyad adında bir akrabası ile evlenen Mihrinisa Aliyeva’nın bu evlilikten İbrahim ve Murat adında iki oğlu ol­muştur. Daha sonra ilk eşinin vefatı ardından amcasının isteğiy­le Aliyev Kadirkulu Merdanoğlu ile evlenen Mihrinisa Hanım’ın bu evlilikten de Almurad ve Ebulfez adında iki oğlu dünyaya gelmiştir. Mihrinisa Aliyeva’nın anlattığına göre; Elçibey’in do­ğumu sırasında bir kurt köye gelerek ulumaya başlamış, köylü­lerin kurdu vurmak istemesi üzerine de babası, “dokunmayın bu bir elçidir” diyerek onları engellemiştir. Uluyan kurt Elçibey’in doğumu sonrasında köyden uzaklaşmıştır. Elçibey’in babası Aliyev Kadirkulu, 1943 yılında İkinci Dünya Savaşı’na katılmak için memleketinden ayrılmış ve kendisinden bir daha haber alınamamıştır.

2. Eğitim Hayatı

Babası Aliyev Kadirkulu’nu yitirdiğinde henüz beş yaşın­da olan Ebulfez Elçibey, oldukça zor şartlar altında eğitim haya­tına atılmıştır. Önceleri kolhoz işçisi olan dayısının yanına yer­leşen Elçibey, sekiz yaşına geldiğinde Keleki’de ilkokul bulun­madığı için yedi yıl boyunca Unuskend okuluna devam etmiş­tir. 1955 yılında bu okuldan mezun olan Elçibey’in artık köyü­ne 25 km mesafede bulunan Ordabad’da eğitim görmesi gereki­yordu. Ancak maddi imkânsızlıklar ve ilçe merkezinde tanıdık kimsesinin bulunmuyor olması, Elçibey’in eğitim hayatını zora sokmuştur. Birçok akranı gibi eğitimine nihayet vermekten son anda kurtulan Elçibey, akrabalarının desteği ve özellikle de an­nesi Mihrinisa Hanım’ın çabalarıyla Ordubad’da bulunan 1 Nolu Lise’ye devam etmiştir.

Bu başlangıç milliyetçi bir Türk aydını ve Azerbaycan siyasi tarihinin önemli figürlerinden birisi olma yolunda onun adına kritik bir aşamadır. Çünkü 1955-1957 yılla­rı arasında devam etmiş olduğu 1 Nolu Lise, gerçekten de Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti’nin en iyi eğitim veren kuramlarından birisi durumundadır. Ancak komünist rejimin baskıları ve propagandist tutumu nedeniyle Sovyet işgali altında yetişen her Türk genci gibi, Elçibey’in düşünce dünyasına ve fikriyatına da ket vurulmak istenmiştir. Onun kimlik arayışı ve Türklük şuurunun farkına varması ise etrafındaki bir avuç Türkçü aydın sayesinde olmuştur. Elçibey, genç yaşta olmasına rağmen fikri­yatında beliren Türklük ve Türkçülük bilincini 24 Aralık 1994 tarihinde Azadlık gazetesinde yayımlanan “Azerbaycan Aydın­ları” adlı yazısında şöyle dile getirmektedir:

“…Üçüncü sınıfa kadar atalarımızı Medyalı, kendimizi ise Azerbaycanlı sanıyordum. Türk olduğumuzu bilmiyordum. Sınıf ve yurttan arkadaşlarım Malik Mahmudov ile Zakir Memmedov’la ayrı görüşteydik. Ben Türk değil Azerbaycanlıyım diyordum. Onlar ise ‘Türk’sün, Türk’üz ancak bu tarih kitapları seni kandırmış’ diyorlardı. Aldandığımı bu kişilerin de yardı­mıyla üçüncü sınıfta anladım.”

Ebulfez Elçibey, 1992 yılının Mayıs ayında Bakü’de parlamento binası dışında destekçilerine hitap ediyor

Elçibey’in Marksist ideolojiden sıyrılarak milliyetçi bir Türk genci olarak yetişmesinde yakın çevresinin çok büyük etkisi olmuştur. Gerek mensup olduğu ailenin dini bütün kimse­lerden oluşması, gerekse de fikir alışverişinde bulunduğu dost­larının telkinleri sayesinde bir büyük dava adamının yetişmesi için uygun bir ortam meydana gelmiştir. Annesi Mihrinisa Ha­nım ve halasından çocukken dinlediği Dede Korkut Hikâyeleri onun hayal dünyasını zenginleştiriyor ve Türklüğe olan muhab­betini perçinliyordu. O bu hikâyeler arasında özellikle Melik Mehmet Destanı’nı dinlemeyi seviyordu. Ayrıca Elçibey’in doğduğu köyde Oğuz geleneği olan “aşık musikisi” çok yaygındı ve Elçibey bu kültür ile yetişmişti. Gençliğinde zorla eline tu­tuşturulan Marksist safsatalara, söndürülmek istenen Türklük ateşine ve unutturulmaya çalışılan geçmişine rağmen, kader onu kaçınılmaz bir şekilde Türklüğe ve bağımsızlığa giden o kutlu yola doğru sevk etmiştir. Elçibey, Marksist ideolojinin kıskacından nasıl kurtulduğunu “Azerbaycan Aydınları” adlı yazısında şu şekilde dile getirmektedir:

“…Bazı öğrenci arkadaşlarımızla ikinci sınıftayken Stalin’in alçak, işe yaramaz, gaddar bir manyak olduğunu görmüş ve ondan nefret etmiştik. Üçüncü sınıfta ise Lenin’in gerçek yü­zünü görmüş; eserlerini okuyup tahlil etmiş ve resimlerini du­vardan söküp çıkarmıştık. Bir zamanlar Lenin ve Stalin’i tenkit edenlerle tartışan bizler, Lenin ve Stalin’i kendi aramızda red­detmiş ve Marksizm ile sosyalizmin boş bir ideoloji olduğunun farkına varmıştık.”

Liseden 1957 yılında mezun olan Elçibey, artık kariyeri adına önemli bir yol ayrımına gelmişti. Ya tahsiline burada nok­ta koyup memleketine dönecekti, ya da başladığı işi sonuna kadar sürdürüp üniversite öğrenimine başlayacaktı. Annesi ve kardeşlerinin desteğiyle ikinci yolu tercih eden Elçibey bu amaç için Bakü’ye doğru hareket etti. Elçibey ortaokula devam ederken, Azerbaycan Devlet Üniversitesinde Şarkşinaslık Fakül­tesi daha henüz kuruluş aşamasındaydı. Elçibey bunu öğrenir öğrenmez bu fakülteye girmeyi hedeflemiş ve planlarını bu doğ­rultuda yapmıştır. Kontenjanı on bir kişi ile sınırlı olan bu fakül­teye doksan kişi başvurmuştur. Elçibey bu kişiler arasından seçilerek 1957 yılında Baku Devlet Üniversitesi Şarkiyat (Doğu Bilimleri) Fakültesi, Arap Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydo­lur. Bu tercihinde daha Ordubad’da iken manevi dünyasına tesir etmeye başlayan Türk milli kültür mirasının bir dönem Arap dili ile yazılmış olan kaynaklarına inme arzusu etkili ol­muştur. Diğer yandan aynı üniversitenin Türkoloji bölümüne neden kayıt yaptırmadığını da en yakınında bulunan kişilerden Hanım Halilova şöyle dile getirmektedir:

“Elçibey’in kayıt yaptırdığı üniversitede Türkoloji bölümü vardı. Ancak Sovyet döneminde bu bölümü bitiren herkesi Tür­kiye’ye yollamıyorlardı. Arap Dili ve Edebiyatı bölümünü biti­renleri ise Arap ülkelerine mütercim olarak gönderiyorlardı. Elçibey’in esas amacı ise yurt dışına çıkıp Türkiye ve 1918 yı­lında bağımsızlığını kazanan Azerbaycan hakkında bilgi topla­maktı. İşte bu nedenle bilinçli olarak Arap Dili bölümünü tercih etti”.

Elçibey’in üniversite yılları hem ilmi yönden hem de siya­si yönden yetkinlik kazanıp, bu yönde kendini geliştirdiği yıllar olmuştur. Aynı zamanda bu dönemde Y. Z. Şirvani, Z. Bünyadov ve E. Mehmedov gibi Türkçülük davasına kendini adamış olan âlimlerle tanışmış, bu sayede Türkçülüğün tarihini, ilmini sağ­lam bir şekilde öğrenmiştir. Kendisi ile aynı kaderi paylaşan, babaları II. Dünya savaşına gidip bir daha geri dönmeyen bu aydınlarla öğrenci yurdunda aynı odada kalmış, bu 41 numaralı odanın ışıkları hiç sönmemiştir. En önemlisi Azerbaycan’ın bağımsızlık tohumları bu odada atılmıştır.

Azerbaycan Devlet Üniversitesi son derece yetenekli ve seçkin kadrosuyla 1960’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nde önemli bir yere sahipti. Bu seneler üniversiteye girişlerde paranın de­ğil, yeteneğin ön planda tutulduğu yıllardı. Bu da Ebulfez gibi maddi gücü yetersiz olan kimselerin de eğitimine olanak sağlı­yordu. Üniversitenin Arap dili ve edebiyatı konularında ders veren Ord. Prof. Dr. Mehmet Cafer Caferov, Ord. Prof. Dr. Alevsat Abdullayev gibi alanında çok yetkin hocalar vardı. Ancak Elçibey daha sonraları en çok Elesger Mehmedov’dan istifade ettiğini dile getirmiştir. Elçibey’in anlattıklarına göre Elesger Mehmedov Arap dilinin öğretimi konusunda iyi bir uzmandı ve Azerbaycan’da Arapşinaslık Mektebi’ni kuran kişi de Elesger Mehmedov’du. Elçibey zamanında öğrencilerin büyük çoğunlu­ğu taşradan geldiği için yurtta kalıyorlardı ve devletin onlara ödediği bursla hayatlarını idame ettiriyorlardı. Elçibey üniversi­te yıllarında da zamanının çoğunu kütüphanelerde geçirirdi. İlmi konularda tartışmaları ise en çok Malik Mahmudov ile ya­pardı. Bu yüzden sonraki zamanlarda Azerbaycan’daki siyasi hareketin ve ardından bağımsızlığın temellerini atarken yine yanında Prof. Dr. Malik Mahmudov’un bulunması tesadüf olma­dığını göstermektedir.

Elçibey’in üniversite yılları Kruşçev dönemine denk gel­mişti. Bu yıllar o zamanki Sovyet rejiminde yumuşamanın mey­dana geldiği yıllardı. Üniversitede ders veren hocalar olsun öğ­renciler olsun ülke ve toplumlarının geleceği hakkında rahatça konuşup tartışma ortamlarında bulunabiliyorlardı. Elçibey de bunu fırsat bilmiş, bu yıllarda yurt arkadaşları olan Rafik İsmayılov, Zakir Memmedov, Malik Mahmudov ve Alim Hasayev gibi kimselerle gizli dernekler kurup, üniversite öğrencileri ara­sında -Azerbaycan halkının azadlığı ile ilgili ilerideki ideallerini gerçekleştirmek adına- faaliyet göstermeğe başlamıştır.

Elçibey 1962 yılında, Azerbaycan Devlet Üniversitesi, Arap Dili ve Edebiyatı Bölümünden iyi bir derece ile mezun olmuştur. Elçibey’in ve arkadaşlarının mezun olduğu Şark Dilleri ve Enstitüsü o yıllarda doğu ülkelerinde çalıştırılmak üzere Farsça ve Arapça bilen uzmanlar yetiştiriyordu. Bu doğu ülkeleri, Sovyet rejimi ile aynı politikaya sahip ülkelerdi ve Sovyetlerin özellikle Arap dilini konuşan ülkeler ile arası daha iyiy­di. Bu yüzden sadece Arapça bilen uzmanlarını yurt dışına gönderiyordu. Ebulfez Elçibey’in gönderileceği yer olan Mısır’da ise yönetimde bulunan kişi Cemal Abdunnasir idi. Bu kişinin Sovyetlere yakın bir kimse olduğu biliniyordu ve bu nedenle Sovyet rejimi tarafından destek görüyordu. 1963 yılında Ruslar Mı­sır’da bulunan Asvan Barajı’nı inşa ederlerken, dil konusunda yardımcı olunması amacı ile Arapça bilen uzmanları Mısır’da görevlendirdi. Görevlendirilenler arasında Elçibey ve yakın ar­kadaşları da bulunmaktaydı.

Elçibey’in Assuan Barajı’ndaki görevi Sovyet uzmanların, Arap işçileriyle olan diyalogunu sağlamaktı. Elçibey bu görevi esnasında, inşaatla ilgilenen üst düzey Sovyet ve Arap yetkilile­riyle yakın temaslarda bulunmuştur. Ancak Elçibey kendi tavır­larından hiçbir zaman ödün vermemiş, tanık olduğu yanlış bir durum olduğunda kim olursa olsun gereken eleştirmeyi de yapmasını bilmiştir. Bu görevi sırasında, bir ara Sovyet Ko­münist Partisi Başkanı Kruşçev, ziyaret için Mısır’da bulunmuş­tur. Tarihler 1964’ü göstermektedir ve bu dönemde Kıbrıs Me­selesi gündemdedir ve Kruşçev’in Kıbrıs Meselesinde Yunanla­rın tarafında olduğu bilinmektedir. Bu yüzden ziyarette Elçibey, Kruşçev ile tokalaşmayı kabul etmez. Bunun üzerine Sovyetler tarafından Elçibey’e yurtdışı yasağı konur ve bu tarihten itiba­ren Elçibey KGB’nin yakın takibine alınır. Elçibey Mısır’daki görevinin tamamlanmasının ardından Bakü’ye geri döner. Mı­sır’da ya da diğer ülkelerdeki görevini tamamlayıp dönenler, cebinde tonlarca para, altında arabaları varken, Elçibey’in bavu­lunda sayısız kitap, aklında ise milletinin bağımsızlığı konusun­daki sayısız düşünceler bulunmaktadır.

Elçibey ülkesine döndükten sonra 1965 yılında Azerbay­can Devlet Üniversitesinde Asya ve Afrika Ülkeleri Tarihi saha­sında yüksek lisansa başlamış, hocası olan Zeki Bünyadov ile Tolunoğulları Devleti üzerine araştırmalar yapmıştır. Elçibey, 1 Ocak 1968 tarihinde ise Azerbaycan Devlet Üniversitesinde Asya ve Afrika Ülkeleri Tarihi Kürsüsü’nde öğretim görevlisi oldu ve 1969 yılında “Tulunoğulları Devleti” adlı doktora tezini Azerbaycan Baku Devlet Üniversitesinde ünlü tarihçi Zeki Bünyodov önderliğinde tamamladı.

3. Siyasi Yaşamı

Üniversite öğrenimi ve iş hayatının ilk yıllarından itibaren milli şuuru benimsemiş bir Türk aydını profili çizen Ebulfez Elçibey, yakın çevresindeki davâ arkadaşlarının da teşvikiyle günden güne aktif siyasete doğru sürüklenmiştir. Ancak bu yö­nelim, başarılı bir akademisyeni çalışmalarından koparacak, buna mukabil, genelde Türk siyasi tarihinin, özelde de Azerbay­can Türklerinin tarihinde mümtaz bir yere sahip bir büyük lide­rin ortaya çıkışına vesile olacaktır. Elçibey, politikaya atılmasını kişisel bir tercih olmaktan ziyade, bir zorunluluk olduğunu dile getirmektedir. Dönemin siyasi yapısı göz önüne alınırsa Sov­yet rejimi ve İran arasında paylaşılmış topraklar üzerinde milli bir devlet inşa etmek iddiasıyla ortaya çıkan Elçibey’in canından başka ileri süreceği bir sermayesi bulunmuyordu. Ancak onun kalbinde yatan Türklük ve bağımsızlık aşkı, bütün bu teh­likeleri görmezden gelerek uğruna can vermeye değer bir ülkünün peşinden gitmesini sağlamıştır. O, tüm zorluklara rağmen hümanist ve demokrat kişiliği ile dünya siyasetine damga vur­muş bir şahsiyettir.

Elçibey, 1964 yılında Mısır’dan Bakü’ye döndüğü sıralar Sovyet rejimi konusundaki muhalif fikirleri dolayısıyla KGB tarafından yakın takibe alınmıştı. Bu nedenle bir kez daha yurt­dışı görevine gönderilmesi pek mümkün görünmeyen Elçibey, siyasi fikirleri ve ilmi çalışmalarını aynı anda yürütmenin çare­lerini arıyordu. Ancak bunların bir arada yürütülmesi mümkün olmadığından önceliği ilmi çalışmalara verdi. Evvela siyasi fikir­lerini sağlam bir tarihsel zemine oturtması gerekiyordu. Aksi takdirde yetersiz bilgiler neticesinde yanlış mecralara sürüklenebilirdi. Halkı kendi tarihine döndürmek, bağımsızlığa giden yolun başlangıcıydı. Elçibey’e göre bu millet kendi tarihini ve kökenini bilmeliydi ve uzun geceler kafasını meşgul eden bütün meselelerin çözümü için mücadeleye atılmaya karar verdi. İlk iş olarak da halka Türklüğün tebliğini yapacaktı.

Ebulfez Elçibey’in politik bir figür olarak ortaya çıkması ve Azerbaycan gençliğini etkilemeye başlaması, 1968 yılında Tarih Fakültesi’ndeki Asya ve Afrika Ülkeleri Bölümündeki öğ­retim üyeliği zamanına rastlamaktadır. Elçibey, bu dönemde öğrencilerine tarih öğretmeyi, o günün vaziyetini anlatmayı, milletine ve vatanına karşı sevgi aşılamayı bir hoca olarak vic­dani bir yükümlülük addetmekteydi. Nitekim Tarih Fakültesi’ndeki derslerde ders programının dışına çıkarak öğrencileri­ne milli bilinci aşılamaya yönelik konuşmalar yapıyordu. He­nüz daha 30 yaşında olan bu gözü pek hocanın sınıfta talebeleri huzurunda anlattıklarını, değil ifade etmek, düşünmek bile Sov­yet Azerbaycanı’nda cesaret isteyen bir şeydi. Kendisine duyu­lan saygı günden güne artan Ebulfez Hoca, büyük sevgi ve say­gısını kazandığı talebelerinin bitmek tükenmek bilmeyen soru­larına muhatap oluyor, içten bir kaynaşmaya ve sevgi yumağına dönüşen derslerinde onlara; “sizler büyük bir milletin evlatları­sınız” diye sesleniyordu.

Elçibey’in akademisyenlik yıllarındaki söylemi üç temel noktaya temas ediyordu. Bunlardan ilki; habis bir hastalık gibi Azerbaycan gençliğini zehirleyen komünist rejimin hakiki yü­zünü ortaya koyan gerçeklikler üzerineydi ve bunu fırsat bul­duğu her mecrada korkusuzca dile getiriyordu. İkinci mesele ise; Azerbaycan’ın adeta bir sömürge gibi idare ediliyor oluşuy­du. Elçibey’e göre Arap ülkelerinde şahit olduğu İngiliz ve Fran­sız sömürgeciliği ile Rusların Türk kökenli halklar üzerinde yürüttükleri politikaların hiçbir farkı yoktu. Üçüncü temel ko­nuyu ise; Türkçenin bu topraklardaki geleceği teşkil ediyordu. Ona göre böyle giderse toplumun Rusça konuşmaya özendiril­mesi ve resmi kurumlarda Türkçe yazışmaların yasaklanması neticesinde Türkler büyük bir asimilasyona uğrayacak, bu ne­denle de Azerbaycan’daki Türk milli varlığı tehlikeye girecekti.

Bu meseleler doğrultusunda Elçibey’in 4 temel umdesi bulunuyordu:

  1. Azerbaycan’ın tamamen bağımsız hâle gelmesi,
  2. Karabağ’ın kurtarılması,
  3. İran Azerbaycanı ile bütünleşme,
  4. Türkiye ile bir konfederasyon kurarak buradan Türk birliğine geçme.

Bu fikirler emperyalizm ve sömürge yanlıları için son de­rece ürkütücü fikirlerdi.

Elçibey’in üniversite gençliğini örgütlemesi ve Türkçülük fikirleri kısa zaman sonra Sovyet rejiminin karanlık yüzü olan KGB’nin dikkatini çekmişti. Zaten Elçibey’in fikriyatından ziya­desiyle rahatsız olan KGB, ruhunu ve benliğini kiraya vermiş bir öğrencinin mektupla durumu Sovyet ajanlarına jurnallemesi neticesinde Elçibey’e odaklandı. 1974 yılının şubat ayında üst üste dört defa KGB’ye ifade vermeye çağrıldı. Her defasında rejim aleyhtarı konuşmalar yapmakla ve milliyetçi fikirler yay­makla itham ediliyordu. Ancak kimseye yalan söylememeyi şiar edinmiş bu genç üniversite hocası, KGB ajanlarına da açıkça yaptığı şeylerin doğruluğunu ve kimseden çekinecek bir duru­mu olmadığını anlatıyordu.

Görünen o ki KGB ajanları Elçibey’in örgütlediği gizli teş­kilatın varlığından haberdar olarak bu oluşumun izlerini sür­mekteydiler. Ancak ortada çok fazla delil bulamadıklarından olsa gerek, Elçibey’in şahsına yönelik baskılara giriştiler. Ko­münist Parti tarafından görüşmeye çağırılan Elçibey’e para ve çeşitli imkânlar teklif edilerek mücadelesinden vazgeçmesi is­tendi. Sovyet rejimi olayı daha da ileri götürerek tarih, hukuk, felsefe ve bilimsel komünizm derslerine giren bütün akademis­yenlerin komünist olduğunu beyan eden bir belgeye imza atma­ları istendi. Elçibey’in göstermelik bir şekilde bunu kabul et­miş gibi görünmesi ardından istediği sonucu alamayan KGB ajanları kirli bir komplo tertip ettiler.

Yakın-doğu Halk Edebiya­tı Bölümü’nden gönderilen bir mektupta “Azerbaycan’ın prole­ter beynelmilelciliği sayesinde anne babalarının yani komünist­lerin sözlerinden çıkmayan Azerbaycan gençlerinin her ne ka­dar Elçibey’in propagandasından etkilenmeseler bile, bu şahsın talebe önündeki tebligatına derhal son verilmesi” gerektiği be­lirtiliyordu. Bu ihbarlar neticesinde Sovyet Sosyalist Cumhuri­yet Başsavcılığı tarafından ihtar verilmek suretiyle uyarılan Elçibey, buna rağmen Türkçülük ve bağımsızlık söylemlerine devam edince, 13 Kasım 1974 tarihinde kendisi hakkında tutuk­lama kararı çıkartıldı. 12 yıla kadar hapsi istenen Elçibey, üni­versite kürsüsü de dâhil olmak üzere her mecrada bağımsızlığı ve Sovyet rejimi tarafından yok edilmek istenen Türkçülüğü, milli bilincin Azerbaycan gençleri üzerinde uyanması için canını yok pahasına sayarak tebliğ ettiği için 20 Kasım 1974 günü tu­tuklandı.

Elçibey, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ceza kanununun 57. maddesine göre milliyetçilik yapmak, 188. Mad­denin 2. bendine göre ise “Sovyet rejimine karşı gelen” tutumlar sergilemek suçundan bir buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldı. O ise bu yaptığının suç değil, aslında bir gereklilik olduğunu savu­nuyordu. Karar gereği tüm akademik unvanları elinden alınarak taş ocaklarında çalıştırılmak üzere Bakü’nün 30 km uzağında bulunan Karabağ kasabasına gönderildi.

Esaretten 17 Temmuz 1976 tarihinde kurtulan Elçibey’in hayatı zor bir dönemece girmişti. Artık bağımsızlık mücadelesi yanında bir de geçim sıkıntısı ile mücadele etmek zorundaydı. Üniversitedeki görevine geri dönmesi yönetim tarafından engel­lenmiş, çaldığı tüm kapılar yüzüne kapanmıştı. 5-6 ay işsiz kaldıktan sonra eski hocası Cihangir Bey’in yardımlarıyla 7 Aralık 1976 tarihinden itibaren Azerbaycan Salman Mümtaz El-yazmaları Enstitüsü’nde bir memur rütbesinde çalışmaya baş­ladı. Hocası Cihangir Bey, kendisini; “burası üniversite değil, elyazmaları enstitüsü, burada sadece elyazmaları ile ilgilene­ceksin” diyerek uyarmasına rağmen, Elçibey’in inandığı ülkü­den kolay kolay vazgeçmeye niyeti yoktu. Gizlice eski öğrencile­riyle buluşarak toplantılar tertip etmeye ve bağımsızlık müca­delesinin bir sonraki aşamasının nasıl olması gerektiği husu­sunda kafa yormaya başlamıştı. Bu sayede ilmi çalışmalarına da yeniden dönme şansı yakalayan Elçibey, 1981 yılında şube müdürü olarak terfi etmiş, daha sonra Azerbaycan cumhurbaş­kanı oluncaya dek bu görevini sürdürmüştür.

Ebulfez Elçibey 1980’li yıllardan itibaren aktif siyasete tekrar dönmeye başlayacaktır. Bakü Üniversitesi’nde hocalık yaptığı dönemde genç dimağlara ektiği Türkçülük ve bağımsız­lık tohumları, artık yavaş yavaş filizlenmiş ve meyve vermeye başlamıştı. Bu üniversitenin bağrından çıkan teşkilatlardan biri olan “Yurt Birliği” adeta onun üniversite yıllarındaki faaliyetle­rinin bir devamı niteliği taşımaktaydı. Birlik üyeleri Elçibey’in fikri önderliğine son derece önem vermekteydi. Onun bazı et­kinliklere bizzat katılması genç üyeler üzerinde büyük bir heye­can yaratıyordu. Azerbaycan gençliği arasında filizlenen bu tür oluşumların nihai hedefi ise “Bağımsız Azerbaycan” ülküsü­nü hayata geçirmekti. Ancak dönemin şartları henüz buna mü­sait değildi. Sovyet-Rus emperyalizmi yine Türklük adına kanlı ve alçakça bir senaryoyu sahneye koymaya çalışıyordu. 1987­-1988 yıllarında arkalarına Sovyet desteğini alan Ermeniler, Azerbaycan Türklüğünün öz toprağı olan Karabağ bölgesine kendi bayraklarını dikerek bölgede yaşayan Türklere eziyet etmeye başladılar. Ermenileri bununla da yetinmeyerek özerk bölgenin Ermenistan’la birleştiğini açıklaması ise adeta Azer­baycan bağımsızlık hareketinin fitilini ateşledi.

Ermenistan’da başlatılan anti-Türk propagandalar ve Türklerin zorla göçe tabi tutulması ardından Azerbaycan’da derin bir milli uyanış meydana gelmiş, Türkler 17 Kasım 1988’den başlayarak, 5 Aralık 1988’e kadar eski adı Lenin olan, yani Azadlık Meydanına akın etmişlerdir:

“1988 ekiminde ilk defa binlerce insan Lenin meydanında gösteri yapmakta, gece gündüz, günlerce meydandan ayrılma­maktadır. Azerbaycan’ın her tarafından insanlar bu nümayişçi­lere yemek taşımaktadır. Tanklar kalabalığın etrafını sarmıştır. Askerlere ‘hücum’ emri verir ve Lenin meydanında bir ‘azadlık’ kavgası başlar. O günden sonra meydanın adı ‘Azadlık Meydanı’dır. Coplar, değnekler, göz yaşartıcı bombalar… İnsanlar kan revan içinde… Ebulfez, bir lider olarak, ön saftadır ve yaralıdır. Askerlerin ilk hedefi odur. Fakat yıllarca çile çekerek yetiştirdiği üniversite talebeleri Ebulfez’in etrafını çevirirler ve böylece Ebulfez ölmekten kurtulur”.

Bu meydan hareketi 5 Aralık günü sert bir müdahale ile sonlandırılmış içlerinde Elçibey’in de bulunduğu fikir önderleri tutuklanarak hapse atılmıştır. Bir ay boyunca hapis yatan Elçibey 5 Ocak günü tekrar özgürlüğüne kavuştu. Bu ikinci tutukluluğunu Elçibey şöyle anlatmaktadır: “1988’de 4 Aralığı 5 Aralığa bağlayan gece askerler bizi kuşatıp otobüslere doldur­dular ve hapishaneye götürdüler. Bayıl Hapishanesi’nde 30 gün gözaltında kaldım”.

Bayıl’dan bırakıldıktan sonra mücadeleye atılmak için faz­la bir zamanının kalmadığını anlayan Elçibey, vakit geçirmeksi­zin faaliyetlerine başladı. Zira milli bağımsızlık hareketini daha fazla erteleyemezdi. Karabağ’daki Ermeni tahribatı her geçen gün artmaktaydı ve Moskova güdümündeki politikacılar Türklerin Karabağ’dan tamamen kovulması senaryosunu hayata geçirmeye hazırlanıyorlardı. Azerbaycan komünist yönetiminin pasif lideri Bağırov’un azledilip yerine uzun zamanlardan beri Azerbaycan’dan uzak bulunan Vezirov’un getirilmesi de kötü gidişata tuz biber ekti. Azerbaycan’ın bütün yurtseverlerini aynı safta mücadele etmeye çağıracak milli bir oluşuma ihtiyaç artık had safhaya ulaşmıştı. Zira, Ermeni saldırıları ve Karabağ sorununun çözümüyle örgütsüz bir biçimde mücadele etmenin beyhude bir iş olduğu, daha organize bir mücadele modelinin benimsenmesi gerektiği inancı hasıl olmuştu.

Azerbaycan’ın bağımsızlığına giden çileli yolu şüphesiz kan ve gözyaşı ile yıkanmıştı. Elçibey’in Azerbaycan Halk Cephesi’nin (AHC) başına geçerek bu mücadeleyi bir başka safhaya taşıması ise tam anlamıyla bir dönüm noktası oldu. Elçibey uzun yıllardan beri söylemlerinde Azerbaycan bağımsızlık ha­reketinin resmi bir zemine oturtulması ve mücadelenin siyasî alana taşınması gerektiğini dile getiriyordu. Zira Sovyet reji­minde Türklerin hakkını savunması gereken vekillerin bir kısmı baskı ve zorlamayla pasif hale getirilmekte, bir kısmı ise kendi çıkarlarını milletin istikbalinden önde tutarak yanlış işlere te­vessül etmekteydi. Gorbaçov döneminin yarattığı göreceli fikir hürriyeti ile Baltık ülkeleri başta olmak üzere muhtelif bölge­lerdeki milli uyanışlar Azerbaycan’da da kendisini hissettiriyordu.

Bu dönemde bağımsızlık fikrini benimseyen ve müca­deleye koyulan çok sayıda müstakil dernek ve teşkilatın varlığı halk arasında bilinmekte, her geçen gün artan Ermeni ve Rus baskısı halkı bu cemiyetler etrafında toplanmaya sevk etmek­teydi. Çenlibel Birliği, Varlık Cemiyeti ve Yurt Birliği bunlardan sadece bir kaçıydı. Elçibey bu kuruluşların birçoğunda aktif olarak görev almıştı. Ancak bu oluşumların daha kuşatıcı bir platformda birleştirilmesi fikri her geçen gün ağırlık kazanıyordu. Elçibey ise bir takım ön çalışmalar yapmadan, böyle bir girişimin başarısızlıkla sonuçlanabileceğini düşünüyordu. Her şeyden önce, bu tür bir teşebbüsün, aydınların geniş onayını almış olması gerekiyordu. Halkın problemlerini çözmek için kurulacak bir teşkilat uzun soluklu olmalıydı ve bunun için de mevcut bütün siyasi örgütlerin müşterek bir amaç istikametinde bu oluşumda yer almaları şarttı. Bu görüşler kabul gördü ve Halk Cephesi’nin teşkil edilmesi hedefine yönelik hazırlık çalış­malarının başlatılmasına karar verildi.

AHC İnisiyatif Grubu ve Varlık Birliği arasında mart ayının ilk günlerine kadar süren görüşmeler sonucu varılan mutabaka­ta göre, AHC Geçici İnisiyatif Merkezi (AHC-GİM) ve iki tarafın beşer kişi ile katılacağı koordinasyon kurulu oluşturuldu. 13 martta AHC-GİM’e Çenlibel, Bakü Alimler Kulübü gibi diğer bazı örgütler de katıldı. Aynı gün AHC-GİM resmi izin almak için Azerbaycan Yüksek Sovyeti’ne talepte bulundu. Ülke halkından binlerce kişi de AHC’yi desteklemek üzere Azerbaycan Komü­nist Parti Birinci Sekreteri Ebdürrahman Vezirov’a yazılı başvu­ruda bulundu. Ardından ünlü Azerbaycan yazar ve şairleri İsma­il Şıhlı, Yusif Semedoğlu, Memmed Araz ve Sabir Rüstemhanlı, Azerbaycan halkına çağrıda bulunarak demokratikleşme müca­delesi için AHC’de birleşmeyi önerdiler. Ülkede oluşan bu ka­muoyunun baskısı sonucunda AHC-GİM Koordinasyon Kurulu ile görüşmeyi kabul eden Azerbaycan Komünist Parti Birinci Sekreteri Vezirov, ilke olarak AHC’yi kurma fikrine karşı olma­dığı düşüncesini belirttikten sonra demokratik halk hareketi liderlerini dikkatli olmaları ve CIA ile bağlantılı olduğu için Öz­gürlük Radyosuna çıkmamaları konusunda uyardı.

1988 kasımında yaşanan Ermeni olayları neticesinde bu eğilim daha da güçlü hale gelmeye başladı. Azerbaycan toprak­larının Rus ve Ermeni işgalinden kurtarılması için silahlı müca­deleye başlanması halkın bağımsızlık uğruna her türlü fedakâr­lığı yapmaya hazır olduğunun kanıtıydı adeta. Gönüllü birlikler cepheye otobüslerle akın ederek, Ermeni işgalcilere karşı canla başla mücadele etmeye başladılar. Zaten bağımsızlık uğruna M. Emin Resulzade ve Elçibey gibi önderler gereken her şeyi yapmıştı. Artık bu ateşi eline alacak ve bir yangına dönüştüre­cek olan halkın ta kendisiydi.

AHC’nin halk arasında giderek güçlenmesinden rahatsız olan Kızıl Ordu, Azadlık Hareketi’nin Azerbaycan’dan yayılarak tüm Türkleri kucaklayan milli bir harekete dönüşmesinden korkup, Bakü’ye girdi. Amaçları AHC hareketini başlamadan susturmak ve yok etmekti. Ancak Hanım Halilova önderliğinde 5 bin Türk kadını kendisini Rus tankları­na siper ederek, bu teşebbüsü bertaraf etti. Ruslar sadece AHC binasını yerle-bir etmekle yetinerek gerisin geriye döndüler. Nihayet 16 Temmuz 1989’da Ebulfez Elçibey, AHC’nin 196 üye­sinin katılımıyla hareketin başkanı olarak seçildi. Azerbaycan halkına bağımsızlığa giden yolda öncülük etmesi maksadıyla kurulan AHC’nin halktan gördüğü büyük desteğin ardından, Sovyet yönetimi bu oluşumu 3 Ekim 1989 tarihinde resmen tanımak zorunda kalmıştır.

Azerbaycan Komünist Partisi, AHC’nin talebi doğrultu­sunda hareket ederek Karabağ’ın özerklik statüsünü kaldırıp, Azerbaycan’a bağlandığını açıkladı. Moskova bu haberi alınca 19 Ocak 1990 tarihinde Bakü’de olağanüstü hâl ilan eder. Bu­nun Bakü televizyonunda duyulduğu hâlde halkın dağılmadığı ileri sürülerek istenmeyen olayların zemini hazırlandı. Oysaki durum böyle değildir. KGB tarafından kasti olarak Bakü televiz­yon binası bombalanmıştır ve halkın bundan haberi yoktu. De­vamında Kızıl Ordu birlikleri, halkın dağılmadığı bahanesiyle, gece yarısı birçok kişiyi öldürdü, yaralılar ve sayısız kişi tutuk­landı. Ancak bu alçak plan da Azeri halkını yıldıramadı. Bilakis AHC’nin etrafında daha sıkı bir şekilde kenetlenmelerine neden oldu. 22 ocakta Şehitler Parkı’nda yapılan cenaze merasimine iki milyonu aşkın kişi katıldı. Kırk gün boyunca grev ilan edile­rek, daha önce zorla kayıt altına alınan halk Komünist Parti’den istifa etmeye başladı. Moskova, artık her geçen saniye Bakü’deki iktidarını ve denetimini kaybetmeye başlamıştı. Hatta Azerbay­can Komünist Partisi Genel Sekreteri Ayaz Muttalibov bile halkı sakinleştiremedi. Artık bağımsızlık fikrinin fitili tamamen ateşlenmişti. 1991’in ağustos ayında halk askerlere rağmen Azadlık Meydanı’na girdi ve Lenin heykelini yerle-bir etti. Bunun neti­cesinde, Azerbaycan Parlamentosu, Azerbaycan’ın bağımsızlığı­nı kabul etti. Böylelikle Azerbaycan Sovyetlerden ayrılıyor ve kendi bağımsızlığını ilan ediyordu.

Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ilk başkanı Ayaz Muttalibov oldu. Ancak Ermenilerin 26 Şubat 1992 tarihinde gerçekleştirmiş oldukları Hocalı Katliamı sonrası, Muttalibov’un sessiz kalışı halkın desteğini kaybetmesine neden oldu. Bunun üzerine devlet başkanlığı seçimi yenilenmek zorunda kalındı. 7 Haziran 1992 tarihinde yapılan seçimlerde yüzde altmış oy alan Elçibey, Azerbaycan’ın ikinci cumhurbaşkanı oldu. Elçibey, 17 Haziran 1992 tarihinde de milyonlarca kişinin katıldığı coşkulu bir törenle Kuranı Kerim’e el basıp, Azerbaycan Türk halkına şu şekilde and içti:

“Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı yetkilerini vicdanla hayata geçireceğime, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin anayasasına ve kanunlarına dönmeden amel edeceğime, vata­nımızın istiklalini ve arazi bütünlüğünü göz bebeği gibi koruya­cağıma, Azerbaycan vatandaşlarının hak ve hürriyetlerinin bek­çiliğinde olacağıma, halkın yüksek itimadını doğrultacağıma yemin ederim.”

Bilindiği üzere Elçibey, ilk ziyaretini Ankara’ya Anıtka­bir’e yaptı ve bu sırada yakasında bir Atatürk rozeti vardı. Anıt­kabir ziyareti sırasında anı defterine yazdığı “senin askerin” cümlesi Atatürk’ün Elçibey üzerindeki etkisini gözler önüne sermektedir.

Elçibey döneminin dış politikası, Rusya’ya karşı Azerbay­can’ın bağımsızlığını sürdürme, Karabağ’da yaşanan sorunun ulusal egemenlik ve toprak bütünlüğü çerçevesinde çözülmesi, İran’la iyi ilişkiler geliştirme, Türkiye ile stratejik ortaklık kur­ma ve Batılı devletler ile Rusya faktörü göz ardı edilmeden den­geli bir şekilde ilişkiler kurmaktı. Ancak Rusya’nın Azerbaycan gibi stratejik konuma sahip bir ülkeyi yalnız bırakmayacağı da maalesef bilinen bir gerçekti. Özellikle Elçibey gibi sağlam bir cumhurbaşkanının yönetimde olması Rusya’yı endişelendiriyordu. Çünkü Elçibey, Türklüğün yaşatılması ve yüceltilmesi için sadece Azerbaycan Türklerinin uyanışını değil, bütün Türk cumhuriyetlerinde yaşayan Türklerin uyanışını sağlamıştı. Bu durum elbette Rusya’nın hoşuna gitmemiş, sahnede kirli oyunlar oynatılmaya başlanmıştı bile.

Elçibey yönetimde iken birçok kere suikast ve darbe giri­şiminde bulunuldu. 4 Haziran 1993 yılında Suret Hüseyinov tarafından Gence’de başlatılan ayaklanma bunların dördüncüsüydü ve bu kez darbeciler daha planlı ve güçlü olarak hareket ettiler. Azerbaycan’daki sükûnet ve demokrasi ortamı bu dar­beyle son buldu. Elçibey, cumhurbaşkanlığı yemininden tam bir yıl sonra görevini terk ederek doğduğu köy olan Keleki’ye döndü. Yerine de görev süresi sona erene kadar Nahçıvan meclis başkanı Haydar Aliyev vekâlet etmiştir. Elçibey’in, Keleki’ye dönmesinden kısa bir süre sonra sağlık durumu kötüleşmeye başladı. Tedavi için o dönemin MHP Milletvekili Mehmet Ceylan’ın uğraşları sonucu Elçibey, Ankara Hastanesi’ne getirildi. Ancak geç kalınmıştı. Elçibey için yapılan uğraşlar netice ver­medi. Ne yazık ki 22 Ağustos 2000 tarihinde Ankara’da hayata gözlerini kapadı.

Elçibey siyaseti sevmeyen bir insandı, siyaset onun ruhu­na hitap etmiyordu. Ancak kısa süren hayatında milletinin ba­ğımsızlığını ve hukukunu korumak adına politikadan başka bir yolun olmadığını bilmiş ve zorunluluk neticesinde siyasete gir­miştir. Elçibey bir âlim, tam bir kültür adamı idi. Siyaset bu tür insanlar için risk teşkil eder, ancak Elçibey’in ideallerini gerçek­leştirmek için başka bir çaresi yoktu.

Ebulfez Elçibey’in Eserleri

  • Azadlık ve Demokratiya, İstanbul 1992
  • Bu Menim Taleyimdir, Bakı 1992
  • Bütöv Azerbaycan Yolunda, Ankara, 1997
  • Deyirdim Ki Bu Kuruluş Dağılacak, Bakı 1993
  • Tolunoğulları Devleti, Bakı 1969

*Alıntı Kaynak: Azerbaycan Türk Cumhuriyetinin Kuruluşunun 100. Yılında Er Kişi EBULFEZ ELÇİBEY’E ARMAĞAN Ankara-2018