Çok yorulduk, belki bedenen belki zihnen, çok üzüldük yine bu yıl. sallandık, sele kapıldık, yandık
Korkuyla kaygıyla saliseler, saniyeler, dakikalar, saatler, günler, haftalar lar lar lar geçirdik.Ve hatta belkide çok aldandık,aldatıldık değil mi?
Geceleri üşümeye başladık, yatarken artık pencereleri açık bırakmıyoruz,
Çünkü hazan mevsimi geldi değil mi?
Hazan mevsimi Dışarı çıkarken üzerine giyeceğin elbise, gece yatarken üzerine örteceğin örtü; ve hep tercihlerde kararsızlık, bu kararsızlıktan dolayı hazan mevsimin de; kış mevsimine nazaran daha çok üşürüz, yaz mevsimine nazaran ise daha çok terleriz.
Zaten kararsızlığın bedeli bu dünyada hep daha ağır oluyor değil mi?
Ağaçlarından sararmış ve dökülmüş yapraklar, sanki bir kabristan gibi. Her çeşit ağacın sararmış yapraklarını birbirine katarak oradan oraya savuran rüzgâr ise adeta bir mahşer anı gibi. Doğan, büyüyen, çoğalan, ağaca yalnızlık verir hazan;
Tıpkı doğan, büyüyen, çoğalan insanın bir gün yalnız kalışı gibi değil mi?
“ağır ağır çıkılan merdivende eteklerin güneş rengi bir yığın yaprak”la dolduğu bir mevsimdir hazan…
Bahardan ve yazdan sonra gelen hüzün…
Hazan ve hüzün çiledaş iki kelime. Hep birbirlerini çağrıştırırlar, İnsana hayatın ölümlü oluşunu hatırlatır, bir ders verir âdeta. “Yılların hazanı var” der bir ihtiyar ve ekler düşünceli bir şekilde “ömürlerin de hazanı var”. değil mi?
Ve ve ve tıpkı, sevdiğine kavuşamayan âşığın, çektiği ıstıraptan dolayı sararan yüzü gibidir hazan.
Derler ki
Ne lâle zamanı ne de devr-i gül
Bir tatlı hayâlin sonudur eylül
Gül solar da, diner nağme-i bülbül
Bir tatlı hayâlin sonudur eylül.

Az önce bir sela okundu. Kimbilir hangi çınarın selasıydı.
Belki, bizim sonumuz da bu hazan olabilir değil mi?

Sevgiler saygılar esen kalın güzel insanlar…