Birileri yoksulluktan, intihar etme feryatları atarken, birileri aşk meşk anılarını anlatıyor.
 
COVID-19’un  1.5 yıl gibi kısa bir zaman diliminde ‘dünya turunu’ tamamlayıp, tüm kıtalara yayılması, içinde yaşadığımız dünyanın ekonomik ve politik yapısındaki pek çok açığı ve çelişkileri de çıplak bir şekilde açığa çıkardı, görünür hale getirdi. Salgının, çok ciddi tıbbi, psikolojik ve sosyolojik etkilere sahip olduğu izlenirken, çok güçlü bir iktisadi krizi de ortaya çıkardığı görüldü. Fakat bu ekonomik kriz tüm sınıflar için ayni şiddette yaşanmadı.
 
Yoksulları, işçileri, işsizleri ve göçmenleri vurdu.

Mevcut neoliberal politika ve reçeteler topluma yardımcı olmadı.

Toplumdaki konumunuz hem riskin boyutunu hem de riski idare edebilme olanaklarınıızı şekillendiriyor. 

Hele bir de salgınla mücadele politikaları zayıfsa veya seçici bir koruma sağlıyorsa, o zaman salgın ilk günlerdeki büyük eşitleyici görüntüsünden giderek sıyrıldı ve mevcut eşitsizliklerin üzerindeki bir büyütece dönüstü. 

Hastalık dünya ölçeğinde yaygındı.

Fakat hayati önemdeki ilaç, sağlık, enerji, gıda üretimi dışındaki lüks sayılacak üretim alanlarında da işçiler çalışmayı sürdürmek zorunda kaldılar.

Toplu araçlara binip, bir arada çalışarak hastalıkla-yani ölümle çocuklarına, ailelerine yaşam için en asgari gerekleri sağlama mecburiyeti arasında gidip geldiler.
 
Karantina sürecinin ilk haftalarından itibaren acımasız bir gerçek olarak herkesin yüzleştiği ve bir süre sonra doğal bir olguymuşçasına kabullenilen bir durum söz konusu:

 Sistemin işlemesi ve devamı için bazıları gözden çıkarılabilir ve bazıları “daha az değerli”. Bu durum elbette sadece içinden geçtiğimiz döneme özgü değil fakat pandemi süreciyle birlikte daha da keskinleştiği ve vahşileştiği aşikar . 

Pandemi döneminde, fabrikalar durduğunda, işyerleri kapatıldığında  bile gündelik hayatın sürdürülebilmesi için çalışmak zorunda olanların evde kalması mümkün değildi.

Bu konuda da ilk başı sağlık çalışanları çekiyor. Sonrasında,  kargocular, market çalışanları, temizlik işçileri, belediye çalışanları, özellikle de şoförler, üretime hiç ara vermeden devam eden fabrikalarda hasta da olsa çalışmak zorunda olanlar ve en kötüsü de hizmet sektöründe çalışıp, işten atılan veya ücretsiz izne yollanan  yüz binler var karşımızda.

Bu insanlar evden çalışamamaları nedeniyle daha fazla enfeksiyon riskine maruz kaldı.

Hastalığın kendisinin sebep olduğu kayıplar ve yıkım dışında pandemiyle birlikte girilen kapanma dönemi ekonomik bir kabusu da beraberinde getirmiştir.
 
Hiçbir birikimi ve sosyal güvencesi olmayanlar, günlük yevmiye usulüyle çalışanlar, bu süreç içerisinde işten çıkarılanlar, tamamen kepenk kapatan hizmet sektöründe çalışanlar, zaten halihazırda işsizler ve ücretsiz izne çıkarılanlar hastalığın yarattığı korkunun dışında belki daha da büyük bir kabusun içine itildiler.  

Evine ekmek götürmeyenler artık intiharın eşiğine geldi ve sorun giderek derinleşmektedir. 

Sesini, müziğini,yorumunu begendiğim Sezen Aksu bir konserin de  şoyle bir cümle kullanmıştı "herkes mutsuz iken siz mutlu olamazsınız."
 
Bu tanıdık bir cümleydi.
 
Peygamber efendimizin hadisi şeriflerinde buyurduğu gibi" komşusu açken tok yatan bizden değildir.

Lakin gel gelelim ki öyle olmadı.Yoksulluk içinde yaşayan milyonlarca insanın varlığı ahlaki bir skandal olmuş iken, ismi lazım olmayan zat ve zatlar,milletin verdiği yetkiyi millet adına kullanmayıp kendi zevku sefasına dalıp, hayatımıza gözümüzün içine baka baka tam da pandemi döneminde tam da insanların sabır sınırının bittigi evine evladına bir ekmek götüremeyecek duruma geldigi bir zamanda 

eski aşkını evliliğini gündem ederek millet ile alay etmesi kabul edilir bir durum değildir. Yeni bir trend olan aile resmi verme evlilik hatıratlarıni anlatmak,sevgili, eski aşkı, üniversite yılları anıları,hobileri  ile gündem de kalmak milletin sabrını zorlamaktan başka bir şey değildir.
Lütfen insan vasfına dönün,
Lütfen size verilen görevin gereklerini yerine getirin.
Lütfen bu milletin artık sabrını zorlamayın.