Bir günah çeşidi var ki, malesef insanlar arasında pek yaygın. Kibir, küçümseme, aşağılama ya da hor görme diyebileceğimiz bu günahı ilk işleyen varlık ise, şeytandan başkası değildir...

Yüce Allah Adem (As)’ı yarattığı zaman şeytana ve meleklere, “Adem’e secde edin” dedi. Melekler Adem’e secde etti, fakat şeytan "Ben ateşten yaratıldım, insan ise topraktan. Ateşin izzet ve şerefi topraktan daha yüksektir" diyerek Adem'i küçümsedi ve nefsi Allah’ın emrini yerine getirmesine izin vermedi. İmtihanı kaybedip Cennetten kovulan şeytan, Adem'i ve Onun çocuklarını kendine düşman bildi ve insanları Allah’a kulluktan uzaklaştırmak için kıyamete kadar çalışacağına yemin etti.

Şeytan o günden bugüne gece gündüz demeden büyük bir aşkla çalışmakta, insanın zayıf noktalarını bulup vesveseleri ile insanları bir çok kötü işlere yönlendirmektedir...

İlk işleyeni şeytan olan bu büyük günah için Peygamberimiz, "Birinin, din kardeşini hor ve hakir görmesi, ona günah olarak yeter" demiştir.

Günahkar bile olsa, bir kişinin herhangi bir din kardeşini hor ve hakir görmesi, tıpkı şeytanın yaptığı gibi, büyük bir edepsizliktir. İnsanları kılık kıyafeti düzgün ya da kötü, saçı başı dağınık ya da düzgün, eli yüzü kirli ya da temiz diye ayırt etmek ve dış görünüşlerine göre hüküm vermek, olsa olsa edepsizlere yakışan bir davranış biçimidir...

Dedik ya, bu fani dünyada, günahkar bile olsa, hiç kimseyi hor görmemek lazım. Başkalarına odaklanmak yerine önce kendimize bakmalıyız. Çünkü ömür, başkalarının kusur ve günahlarıyla uğraşamayacak kadar kısa. İnsanlık, başkalarına kusur bulmakla değil, kendi kusurunu bilmekle gelişir...

Buna mukabil, hiçbir şeyi ya da kişiyi haddinden fazla değer verip önemsemek de doğru değildir. Unutulmamalıdır ki haddinden fazla değer, soytarıyı kral eder...

Kınamak en yaygın küçümseme çeşitlerinden biridir.

Peygamberimiz bir hadisinde;

"Kınamayınız; kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz." demiştir.

Her insanın bir değeri vardır ve bu değer hor görüldüğünde de yüceltildiğinde de değişmez. Hiç kimse bir başkasını küçümseyecek kadar büyük değildir. Her insana, en azından "Allah'ın yarattığı bir kul" diye, saygı gösterme borcumuz vardır. Kısacası, bizlere yaratılanı Yaradandan ötürü sevmek yakışır..

Sahip olduklarıyla kibirlenip başkalarını küçümseyenler, kendi küçüklüğünü bastırmaya çalışanlar ve başkalarını küçümseyerek büyümeye çalışanlar gün gelir önemsenen bir bedel ödemek zorunda kalabilirler.

Küçümsemenin en ağır bedeli ise pişmanlıktır.

Yolda gördüğünüz ve "Kim bu saçı topuzlu, kulağı küpeli adam" dediğiniz kişiyi camide huşu içerisinde namaz kılarken gördüğünüzde kendinizden utanır ve pişmanlık dolu bir  bedel ödersiniz...

Gene yolda görüp burun kıvırdığınız pejmurde kılıklı bir dilencinin aslında bir Allah dostu olduğunu öğrendiğinizde de aynı bedeli ödersiniz...

Rakibini hafife alan şampiyon boksör, küçümsediği rakibinin kendisini yere sermesiyle, ömür boyu unutamayacağı bir dersi çoktan almış olur...

Eğer pişmanlığınız telafi edilebilir cinsten ise ne ala, yok değilse ve iş işten geçmişse, onun verdiği vicdan azabı ömür boyu sizi bırakmayacaktır...

Öte yandan, küçümsenmek insanı kötü hissettiren en ağır duygulardan biri olup, insan ruhunda derin yaralar açar. Unutulmamalıdır ki, insanlar onlara ne söylediğinizi ve ne yaptığınızı unutabilirler; fakat onlara ne hissettirdiğinizi asla unutmazlar...

Yıkılmış, harab olmuş gönüllerin neler taşıdığını kimse bilemez. Göz ucuyla bakıp geçtiğimiz veya bakmaya değer bulmadığımız nice kimseler vardır ki, belki de onlar elleri öpülesi, duaları alınası insanlardandır. Bu konuda Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri der ki:

"Harabat ehlini hor görme zakir, defineye mâlik viraneler var."

Kıymetli şeyler, hazineler viranelerde saklanır; çünkü kimse dönüp bakmaz, kimsenin dikkatini çekmez ve kimse orada hazine aramaya kalkmaz. Yıkık bir gönül de harabe misali nice cevherler ve hazinelere gebedir ki, dışardan bakmakla anlaşılmaz...

Son söz Bizim Yunus'tan;

Devletlûyum deyû fakîre gülme,

Gülüp denlu denlu kem nazar kılma,

Ölüm vardır yâhû sen gâfil olma,

Er yarın Hakk dîvânında bell'olur...

Esen Kalın...