·“AB'ye Türkiye'nin tam üye olması muhteşem bir hedef. Türkiye'de Euro'nun geçerli tek para birimi olmasını ve hepimizi mahveden TL'nin artık tarihe karışmasını istiyorum. Kıbrıs ve Ege adaları ihtilafının, 1915 ile Ermeni meselesi ve Kürt sorununun çözümü de AB tam üyeliğindedir.”

            Yukarıdaki hezeyanlar ne yazık ki ekranların gediklisi, Habertürk gazetesi yazarı Nagehan Alçı’nın tiwitter deki sayfasından alıntıdır.

            Biz sanıyorduk ki Mandacılık ruhu Osmanlı döneminin son yıları ve kurtuluş savaşının arefesinde yani 1918-1919 yıllarında kaldı. Heyhat ne çok yanılmışız!

            Bugün için halâ onlar gibi düşünen kafaların olması gerçekten Türk Milleti nezdinde esef verici, alçaltıcı ve onur kırıcı bir bedbahtlıktır.

            Evet, bugün kötü yönetilebiliriz, ekonomimiz bozuk, insanımız fakir olabilir ama asla haysiyetsiz onursuz bir şekilde başka ülkelerin himayesi altına girip ne hürriyetimizden, ne de istiklalimizden vazgeçemeyiz.

Mandacılık ne demektir?

            “I. Dünya Savaşı'ndan sonra bazı az gelişmiş kabul edilen ülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip, bağımsızlığa kavuşturuncaya kadar Milletler Cemiyeti adına yönetmek için bazı büyük devletlere verilen yetkidir.”

Mustafa Kemal Dönemi Mandacıları

            Birinci dünya savaşından sonra ülkemizde siyasi ortam öylesine karmaşıktı ki, ilerde Kurtuluş Savaşı’na katılan ya da destekleyen Halide Edip (Adıvar), Yunus Nadi (Nayır), Ahmet Emin (Yalman), Celal Nuri, Necmettin (Sadak), Velid Ebuzziya gibi ünlü kişiler, Ali Kemal, Refik Halit gibi işbirlikçilerle birlikte “Türk Wilsoncular” Birliği adında bir dernek kurmuşlar, ABD Başkanı Woodrow Wilson’a bir mektup yazarak (5 Aralık 1918) Amerika’nın Türkiye’yi manda yönetimi altına almasını istemişlerdi.

            Mektupta Türkiye’nin, “devlet yönetmeyi iyi bilen” ABD gibi bir ülkenin “yönetimi altına girmeye ihtiyacı” olduğu, bu yolla, gelişmiş olan ABD’nin “gelişmemiş ve geri kalmış bir milleti” bir süre için “eğiteceği” söyleniyor ve çeşitli önerilerde bulunuluyordu.

            Yani 1918 mandacıları, Osmanlı Devleti’nin büyük devletlerle uzlaşarak ayakta kalabileceğine karar vermişti. Ülkeyi parçalamaya gelenlerle, parçalanmamak için işbirliği teklif ediyorlardı. Yaygın ve etkili eğilim, direnmek değil, boyun eğmekti. Bu eğilim Mustafa Kemal’i yalnızca Kurtuluş Savaşı süresince değil, devrimler döneminde de çok uğraştıracaktır.

            Ancak Mustafa Kemal, Herkesin düşünce yapısını, istek ve önceliklerini biliyor, her hareketi dikkatlice izliyor ve önlemini alıyordu. Güvendiği arkadaşlarıyla toplantılar yapıyor, birliği sağlamaya çalışıyordu.

            O Mandacılar için şunları söylüyordu: “Anlaşılıyor ki bu arkadaşlar, manda düşüncesini kendi aralarında kabul etmişler. Beni başkan seçtirmemek için çaba göstermelerinin ve politik taktiklere sapmalarının tek açıklaması: kendilerinden yana bir başkan seçerek, mandayı el çabukluğuna getirip kongre kararına bağlamaktır. Gerçekten hayret verici ve üzücü bir manevra.”

            Mandacılık meselesi, bir haftalık Sivas Kongresi’nde, tüm oturumlarını kapsamak koşuluyla, üç gün tartışıldı. Tartışmaların en yoğun olduğu 8 Eylül gecesi manda düşüncesine karşı çıkanlar o kadar kalabalıktılar ki, Mustafa Kemal’in odasında oturacak yer kalmamıştı.

            Sivas Kongresinin sonucunda yanında birlikte hareket eden arkadaşlarına görüşlerini açıklarken Mustafa Kemal: “İstanbul’dan gelen arkadaşlar, manda konusunda hala nasıl ısrar edebiliyor ve mandanın bağımsızlığı bozan bir unsur olmadığına inanıp bizleri de inandırmaya çalışıyorlar. İstanbul’dakiler ve buradakiler umutsuz ve hasta insanlardır. Yabancı işgalin baskısı altında, cesaret ve umutlarını yitirmiş olmanın verdiği üzüntüyle ve marazi bir ruh hali içinde hareket ediyorlar. Bunun başka bir açıklaması olamaz. Bir milletin istiklâl hakkını aramasından ve bu yolda gerekiyorsa son damla kanını akıtmasından daha doğal ne olabilir? Şerefsiz ve istiklâlsiz, esir bir milletin çocukları olarak yaşamak yerine, efendice ve kahramanca ölmek elbette bize yakışan seçimdir. Bunu anlamamak ne garip mantıktır.”

            Mustafa Kemal’in odasında bulunanların hemen hepsi aynı görüş ve düşüncededirler. Kongre’ye, Askeri Tıbbiye öğrencileri adına delege olarak katılan Hikmet adında 22 yaşında bir genç vardır. Tıbbiyeli Hikmet heyecanlı, inançlı ve kararlı bir şekilde: “Paşam, delegesi bulunduğum tıbbiyeliler, beni buraya istiklâl davamızı kazanma mücadelesine katılmak için gönderdi. Mandayı kabul edemem... Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunları, her kim olurlarsa olsunlar reddederiz, yabancı sayarız. Manda düşüncesini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i ‘vatan kurtarıcısı’ değil, ‘vatan batırıcısı’ olarak adlandırır ve lanetleriz.

            Genç Hikmet’in içtenliği, toplantının zaten yüksek olan duygu yükünü arttırır. Delegelerin çoğunluğu gözyaşlarını tutamamıştır. Mustafa Kemal Tıbbiyeli Hikmetin sözlerinden çok etkilenmiştir. Heyecanlı bir ses tonuyla, “arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli yapısındaki soylu kanın ifadesine dikkat edin” diyerek Hikmet’e döner ve “evlat, için rahat olsun. Gençlikle övünüyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak da mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal ya ölüm” der.

            Mustafa Kemal, ABD’nin Ermenistan’dan yana tutumu ve İzmir işgalindeki Yunan desteği bilinmesine karşın, Amerikan mandası isteklerinin bu denli yaygın ve ısrarlı yapılabilmesini üzülerek izliyor ve her aşamada gereken tepkiyi en sert biçimde gösteriyordu. Sivas Kongresi’ne gelirken, 1919 Ağustos’unda, manda ve mandacılar için şunları söylemişti: “Ahmaklar! Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna bırakmakla ülke kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar. Oh, ne âlâ. Mücadele yerine mandayı kabul edeceğiz ve rahata kavuşacağız! Bu ne gaflet, ne körlük ve budalalık... Öyle bir manda istenecek ve verilecekmiş ki, bu manda egemenlik haklarımıza, dışarda temsil hakkımıza, kültür bağımsızlığımıza, vatan bütünlüğümüze dokunmayacakmış... Buna, böylesine, Amerikalılar değil çocuklar bile güler. Amerikalılar, kendilerine çıkar sağlamayan böyle bir mandayı neden kabul etsinler. Amerikalılar, bizim kara gözümüze mi âşıklar?

            İşte Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, yüz yıl önce sadece yurdumuzu işgal eden düşmanla değil, içerdeki gaflet, delalet hatta ihanet içinde bulunan insanlarla da mücadele etmiştir.

            Gazi Mustafa Kemal’in izinden giden bizler de aynı kararlılık ve inançla Nagehan Alçı ve onun gibileriyle mücadeleye devam edeceğiz, bu böyle biline!

            Sağlıklı kalın.

Not: Bu yazının hazırlanmasında “Atatürk Atatürk’ü Anlatıyor-Ulusal Giz ”Kitabı, Falih Rıfkı Atay ve Doğan Avcıoğlu’nun hatıratlarından faydalanılmıştır.