Sosyal hayatın korona ile birlikte sanallaştığını sanıp, televizyonların çıktığından bu yana okumayı unuttuğumuz kitapların, şu yasaklı günlerde yeniden ellerimize aldığımız kitapların anlattıkları onca yaşanmışlıkların başını aşkın çektiğini bir kez daha görürken, bu aşkın iki insan arasında olduğu gibi, her canlının yaşamında var olduğunu da anlıyorum, “Martı Jonathan Livingston’un tüm alışkanlıkları aşma arzusunu anlatan kitaba göz atıp, kısa sürede yarısına geldiğimi anlarken..
Ve Richard Bach'ın yazdığı bu romanın aslında martının üzerinde kendisini, beni, seni, insanı anlatmaya çalıştığını da anılıyordum hızla bitirp, çeviridiğim kitabın bitme aşamasına geldiğini görürken..
Ve dönüp okunmayı bekleyen bir kitabı daha elime alıp, baktığımda ondada yeni bir yaşanmışlık ve birilerince çizilen çizgileri aşıp, kartal misali olma aşkını yaşayan olduğunu Martı Jonathan Livingston'un aşkının diğer bir formatla yazılmış olan ve bir romana, kitaba dönmüş olduğunu anlayıp, hepimizin yaşadıklarını yüzümüze çarparcasına devam eden satırları hızla bitirip, içimi sıkan bir duygu ile kapağını kapatıp, incitmeden kenara bırakmaya çalışırken, karşımdaki tv de  diziye takılıyor gözüm...
Aslında “Atımı getir” diye bağıranın, yani yaşadıklarından kaçıp, gitmek isteyen gibi sıkıştığında içindekilerini anlatacak birilerini arayanların,sosyal hayatın sanallaşıp, değiştiği gibi değişip bugün adıyla “Menajerini ara” başlığını aldığını da anlıyordum, her yerde yaşanmışlar karşına mı çıkar, çıkacak deyip, boğulmamak için yaktığım bir sigara ile kendimi balkona atarken...
Ama dayanamıyor aşağıdaki satırlarla başlayıp, “seni seviyorum” diye biten “Bir yaşanmışlık” adlı kitabın anlatmak istediklerini size bırakırken, sızlayan kalbinizin atışının durmaması için duacı olmak istiyorum, kuruyan dudaklarıma yapışan sigaramın bittiğini ve yaktığını hissederken...
Evet birlikte okuyalım mı hepimizin yaşadığı o anları anlatan kimilerini üzen, kimilerinin içindekilerini yazıya döktüğü için suçlandığı o satırları...
Ve sıkı durun diyerek başlıyoruz;

“BİR YAŞANMIŞLIK... Seni tanıdığım günden bugüne kadar seni çok ama çok sevdim... Ve limanım diye sığınıp çok güzel anlar yaşadım... Bu anların en güzeli seviyor diye bakan gülüşündü...
En önemlisi de ben aradığım hazzı sende buldum ve var olan sorunlar, sorumluluklar ne kadar, ne olursa olsun, seninle olacağım deyişindi beni sana bağlayan, beni sana aşık eden ve aşkı bir kez daha tatmama neden olandı...
Ve bende, “evet aradığım aşkı geçte olsa buldum” diye seninle geçen her saniye de sana daha çok aşık olmuş, güzelliğinin yanında kalbinin, gönlünün yumuşaklığına ve bereketliliğine esir düşmüş, elimden geldikçe tüm kalbimle, yüreğimle adeta batmak üzere olan ve bir liman arayan bir gemi misali sana sığınmıştım...
Bunu yaparken de “ikimizin de çevresi” yani örf, adet ve en önemlisi baskıcı bir toplumun fertleri olarak birilerini üzmemek, bunu yaparken de onlarında beni ve seni üzmemesi için tüm gücümü ortaya koymuş ve bunu başaramamamın bedelinin seni kaybedeceğimi anladıysam da, yine de senin o her zamanki güzel gülüşünle tüm zorluklara rağmen “hep birlikte olacağız” demene güvenmiştim...
Ve çok uzatmadan diyeceğim o ki; Sen dahil çevremdekilerin sert, güçlü diye sandıkları, benim aslında hiçte göründüğü gibi olmadığım, kalbimle, gönlümle, vicdanımla hep üzülenin ben olduğumu, çünkü inandıklarımın hatta aşklarımın yıktığını bilmeni isterken, bu aşkı senin yıkmayacağına hala güvenim ve umudum devam etmekte...
Sevgilim sensiz, seni düşünmekten uykusuz geçen bir geceyi daha geride bırakırken senden tek bir ricam var...
O da; senin de sevdiğini düşündüğün bu insanın sevgisinin geçici olmadığını ve seni çok sevdiğini bilmeni, çevre denen çembere rağmen bu aşka, ilişkiye “yok olamaz bu saatten sonra böyle bir aşk” deyip, bizi kıskanan AKİLlerin akılarına ya da anlamsız ve saçma inada son vermemen ve vicdan derken o vicdanın sende olduğu kadar bende de olduğunu unutmamanı kısa bir süre önce başlamasına rağmen tarih yazan aşkımızın hatırı ve lütfen “yaşandı, bitti” demeden kendin, gibi benide anlamanı önemle, özenle rica ediyor, bir kez daha şans vermeni istiyorum...
Ve yazımı okuyup, beni anlatan şarkıları, türküleri, şiirleri dinlerken uzun uzun bir kez daha düşünüp, aldığını sandığın saçma ve beni olduğu gibi, ikimizi de öldüren anlamsız kararından vazgeçip, severek, enerji alarak tuttuğum o ellerini bir daha tutmama ve bundan sonra çok gizli kalacağına söz verdiğim aşkımıza izin ver ve beni bırakma lütfen...
Evet sonuç nedir diye baktığımda seni sevdiğimi ve “seni seviyorum” dememe izin ver dediğimi anlıyorum...” diyor her şarkı, her türkü ve yasakların yeniden okumamızı hatırlattığı aslında biz ve bizlerin yaşadıkları olan onca kitaplar..
Neyse sıkıldıysan ya varsa atını al, bin git uzaklara ya da menarjeni ara belki biraz rahatlarsın, kalbin ve gönlündeki volkana dönmüş olan duyguların sağı, solu yakacak hale gelmeden, seni boğan atmosferi dağıtır, rahatlarsın yasaklı günlerin aslında hep yasak denenlerle bitip, tükendiğini anlamadan...