Mevsim artık yazdan kalma günler ile anılıp sonbahara doğru gitme eğiliminde bulunsa da hafta sonları dostlarımızın bize bıraktıkları düğün ve sünnet cemiyetlerine katılabilmek adına pek çok arkadaşımız gibi bizde normalin üzerinde bir tempo ile mücadele veriyor, daha fazla cemiyete katılabilmek adına efor sarf ediyoruz.

Hafta sonu bir taraftan düğün ve sünnet cemiyetlerine yetişebilmek adına koşturuken akşam saatlerine doğru çalan telefonumuzu açtığımızda çok sevdiğimiz bri arkadaşımıza " Efendim-Nasılsın iymisin " diye sorar sormaz telefonun diğer tarafından "Çok üzgümüm annem vefat etti, Cenazeyi ikindi namazından sonra kaldıracağız, haberin olsun istedim" dediğinde  aracın yönünü cenaze namazının kılınacağı camiye doğru çevirip avludan girdik ve  cenaze için gerekli vecibeleri yerine getirdik.

Arkadaşımızın annesi  dualar eşliğinde toprağa verilirken bir taşın üzerine oturup biraz düşündüğümüzde bizim dünyaya gelmemize vesile olan büyüklerimizin tek tek aramızdan sessiz sedasız bir şekilde ayrıldığını, bu ayrılıkların verdiği acının da kalbimizin tam ortasına saplanmış bir bıçak yarası gibi olduğunu fark ettik.

Hayata veda eden yakınımızın da bir anne olması, hayatının nerede ise tamamını çocuklarının iyiliği, sağlığı adına harcaması bir an da aklımıza geçtiğimiz yıllarda aramızdan ayrılan ancak acısını bugün bile yüreğimizin derinliklerinde hissettiğimiz annemi aklıma getirdi.

Anne ile ilgili, anneler ile ilgili belki milyonlarca hikâye, deneme, şiir yazılmıştır. Okyanuslar gibi ucu bucağı olmayan bir sonsuzluk içerisinde her yazı başka bir anlam bulsa da anneler ile ilgili bizi en çok etkileyen ifade Yavuz Bülent Bakiler’in bir ana duası olarak kabul edilen ve bizi mest eden;

Anamın duaları üzerimde olmasa

Yıkılır sırtımı verdiğim duvar

Kopar, elime gelir tutunduğum dal

Kapımı çalmaz bahar.

mısralarıdır.

Şu an hayatta bulunmayan ve hepimizin Bozkırın tezenesi olarak bildiği rahmetli Neşet Ertaş anneler için 'Onlar insandır, biz İnsanoğlu' diyerek annelerin ne kadar olağanüstü varlıklar olduğunu müthiş bir şekilde tanımlıyor.

Şair Erdem Bayazıt ise;

"Sana, bana, vatanıma, ülkemin insanlarına dair" şiirinde ;

Kadınlar bilirim ülkeme ait;

Yürekleri Akdeniz gibi geniş, 

Soluğu Afrika gibi sıcak

Göğüsleri Çukurova gibi mümbit

Dağ gibi otururlar evlerinde 

Limanlar gemileri nasıl beklerse 

Öyle beklerler erkeklerini

Yaslandın mı çınar gibidir onlar 

Sardın mı umut gibi. 

diyerek annelerin gönlümüzdeki yerini anlatır.

Büyük Şair Bahtiyar Vahapzade’de 'Menim Anam' isimli şiirinde, 

Savadsızdır

Adını da yaza bilmir

Menim anam…

Ancak mene

Say öğredip

Ay öğredip

İl öğredip

En vacibi dil öğredip

Menim anam.

Bu dil ile tanımışam

Hem sevinci

Hem de gamı

Bu dil yaratmışam

Her şiirimi

Her nağmemi,

Yoh men heçem

Men yalanam

Kitap kitap sözlerimin

Müellifi: Menim anam.

diyerek analarımızın ne kadar mukaddes olduğunu hepimize tane tane ifade eder.

Pek çok kere pek çok gazetede yazdık. Bizim annemiz de 10 çocuk doğurmuş. Okuması yazması olmayan, ancak çocuklarının okuması, daha iyi şartlarda hayat sürmesi adına gece gündüz demeden saçını süpürge edip son nefesine kadar bu amacından vazgeçmeyen bir Anadolu kadınıydı.

Her evlat gibi biz de maalesef sağlığında annemizin kadrini kıymetini bilemedik.

Yılların hep aynı vaziyette kalacağını, bizim de annemiz için de ölüm olmayacağını ve dünya durdukça yaşayabileceğimizi, bizi sürekli görmek isteyen annemize de kendimizin istediği kadar zaman ayıracağımızı düşünüyorduk.

Yakın çevremizdeki dostlarımız bilirler bizim hayatımızın çok önemli bir bölümü Vatan-Milet-Sakarya ilkesi çerçevesinde siyaset yapmakla, sabahın erken saatlerinden gece yarılarına kadar vatandaşlarımızın içerisinden çıkmadıkları sorunları çözmek için geçti gitti.

Bu bakımdan bizim evde çok uzun süre çocuklarımız akşam yemeğine hasret bir şekilde ömür geçirdiler.

Vatandaşın bitip tükenmez sorunları sebebi ile kâh şehir içinde kâh şehir dışında yapmak zorunda kaldığımız günlerin sonunda gece yarıları, çoğu zaman da sabaha doğru eve gelmek zorunda kalırdık.

Hayata veda ettiği güne kadar bizim evimiz ile annemin evi hep karşı karşıyaydı.

Babamızın 1992 yılında vefat etmesinden sonra yalnız kalmayı seçen annemi bir türlü bizimler ya da diğer kardeşlerimizle birlikte kalmaya ikna edemeyince ısrarlardan vaz geçmek zorunda kaldığımızı hatırlıyoruz.

Bizim iş güç dolayısı ile eve ancak sabah saatlerinde uğramak zorunda kaldığımız anlarda bile saat kaç olursa olsun aracımızı park edip, karşıya yani annemin evine doğru baktığımızda mutlaka pencerenin perdesinin bir kısmının açık olduğunu dolayısı ile ben eve gelmedeni daha da önemlisi evin cümle kapısından girmeden annemin penceresindeki yarı açık olan perdesinin kapandığını asla hatırlamıyoruz.

Annem bana çok dua ederdi.

Bir gün bile vakit namazını geçirmeyen şeker hastalığı başta olmasına, geçirdiği kalp krizi sonrası hayatının son 20 yılını kalp pili ile geçirmeye mahkûm olmasına rağmen, mübarek Ramazan ayında tek bir gün orucu kaçırmayan annemin ettiği duaların bizi sağlıklı ve zinde tuttuğundan bir gün bile şüphe duymadık, bundan sonra da duymayacağız.

Bugün annem hayatta olsaydı muhtemelen onunla geçirdiğim daha doğrusu geçirdiğimi sandığım zamanı çok daha uzun sürelere çıkartır, zaten son derece üst seviyelerde olduğunu bildiğim sevgi bağını hak etmek adına gecemi gündüzüme katardım.

Millet olarak yakınlarımızın değerini ancak onları kaybettikten sonra anlıyoruz.

Bizim durumumuz da aşağı yukarı bu şekildedir.

Ancak bir kere kaybettikten sonra ağlamanın, sızlamanın hiç kimseye bir faydasının olmayacağını başta annelerimiz olmak üzere, sevdiğimiz kim varsa kıymetlerini bugün bilmemiz gerektiğini düşünüyoruz.

Annem şimdi yok.

Bizim de yaşadığımız hayata ne zaman veda edeceğimiz daha doğrusu ne şekilde öleceğimiz belli değil.

Ancak bir kere daha ifade etmek istiyoruz ki anamın duaları olmasa hayat benim için bu kadar kolay olmazdı.

Anamın duaları üzerimde olmasa

Yıkılır sırtımı verdiğim duvar.

Kopar, elime gelir tuttuğum dal

Kapımı çalmaz bahar…