Bizim memlekette özellikle köşe yazarlığı yapan meslektaşlarımız yazılarında kullandıkları fotoğraflarını kolay kolay değiştirmezler, Hayatın her geçen gün insanlardan bir şeyleri alıp götürdüğü bir noktada yaşlanmanın da kaçınılmaz olduğu gerçeği ile belki köşe yazıları daha genç görüneyim diye uzun yıllar fotoğrafları değiştirmiyorlar.

İnternet medyasının bu kadar gelişmediği televizyon kanallarının bu kadar fazla olmadığı tek kanallı zamanlarda ve “Basın” denildiğinde akıllara sadece “Basılı gazetelerin” bulunduğu dönemlerde bizde yazmaya başlamıştık.

O zamanlarda nerede ise her gün basının “amiral gemisi” olarak bilinen ancak bu günlerde pek çok okuyucu gibi bizim içinde sadece “kağıt parçasından” ibaret olan Hürriyet gazetesini alır özellikle baş yazar ve genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün yazılarını mutlaka ama mutlaka okuduktan sonra güne başlardık.

Hatırlayan okuyucularımız vardır Ertuğrul Özkök çok uzun yıllar köşe yazılarında uzun saçları olan ve son derece sert görünümlü bir fotoğraf kullanıyordu, bizde yıllar yılı Özkök’ün bu sert görünümlü ve uzun saçlı fotoğrafından dolayı yazılarını her okuduğumuzda “Hayat Özkök’e torpil geçmiş aradan bunca yıl geçmesine rağmen karşımızda saçları dökülmeyen bir gazeteci” var yorumunu yapıyorduk.

Aradan bir zaman daha da geçti, İstanbul’da bizimde ödül aldığımız bir toplantıda, hemen yanımızda saçları dökülmüş kalan kısımları da beyazlamış görüntüdeki Ertuğrul Özkök’ü gördüğümüzde nispeten hayal kırıklığına uğramış bir okuyucu olarak kendisine yukarıda yazdıklarımızı anlattıktan sonra “Yerinizde olsam yazılarınızda kullandığınız fotoğraflar hemen her yıl değiştirirdim, aynı fotoğrafı çok uzun yıllar kullanmak sizi gören okuyucuda hayal kırıklığı yaratıyor” dediğimizde “Zaten bende böyle bir karar aşamasındaydım, söylediğin iyi oldu” dedikten birkaç gün sonra Türkiye Ertuğrul Özkök’ü yeni fotoğrafı ile yazdığı yazıları okumaya başladı.

Bizde Ertuğrul Özkök gibi çok uzun yıllardır yazı yazıyoruz ve çok kısa aralıklar ile yazılarımızdaki fotoğrafları güncellemeye çalışıyoruz, Yazılardaki fotoğrafları “İmaj mühendisliğine” güvendiğimiz arkadaşlarımızın fikirlerini aldıktan sonra güncelliyor ve doğru yaptığımıza inanıyorduk.

İnanıyorduk” diyoruz zira bundan yaklaşık iki ay önce bizi arayan ve nerede ise 10 yıldır görüşemediğimiz sosyal medya kullanmayan bir dostumuz “Yüksel kardeşim kendini olağanüstü yüksek bir noktaya koymuşsun, kimsenin sana ulaşmasına fırsat vermiyorsun, bugün elime köşe yazının bulunduğu bir fotoğrafın geçti, fotoğrafa baktığım zaman senin kendini ne kadar beğenmiş etrafına bir güvenlik duvarı çekmiş olduğun çok net bir şekilde belli oluyor, sana bir dost nasihatı biraz tebessüm et” tavsiyelerinde bulunmuştu.

Dostumuz telefonu kapattıktan sonra kendi kendimize “Adam kafayı yemiş, kendimizi bulunduğumuz her platformda enerji yayan birisi olarak değerlendirirken bunun söylediğine bak” diye serzenişte bulunduğumuzu hatırlıyoruz.

Bu “Fotoğraftan insan tahlilini” kısmen unutmuştuk ki bir hafta önce bir bürokrat dostumuz öğlen saatlerinde “Eğer yerindeysen bir arkadaşımızla birlikte çay içmeye geleceğiz” dedi, “sana ve dostlarına kapımız 7/24 açık bekliyoruz” cevabını verdik.

Yaklaşık yarım saat sonra bürokrat arkadaşımızla bizim de tanıdığımız ve yaptığı sosyal faaliyetleri medya üzerinden takip ettiğimiz işadamı gazeteye geldiler, çay-kahve  faslı sona erdikten ve misafirlerimizin gitme vakti yaklaşınca işadamı bize “Yüksel Bey söylemeden gidemeyeceğim, buraya gelinceye kadar sizi fotoğraflardan tanıyordum, fotoğraflara bakınca sizi tüm insanlara tepeden bakan, aksi, burnundan kıl aldırmayan, sert, uyumsuz biri olarak tahayyül ediyordum, iyi ki buraya gelip sizinle sohbet ettim, tüm düşüncelerim değişti, hakkınızı helal edin” dediğinde şaşırdık kaldık.

Daha önce bu sütunlarda yazmıştık, bizim Kıbrıs’ta da bir evimiz var, Orada olduğumuz günlerde kahve içmek için uğradığımız kafede bizim durgunluğumuz orada çalışan bir kızımızın da dikkatini çekmiş olmalı ki kızıma “Baban neden bu kadar sert görünümlü duruyor, biraz daha relaks olamaz mı” dediğini bir köşe yazımızda detaylı bir şekilde anlatmaya çalışmıştık.

Bu kadar tahlili üst üste koyduğumuzda aslında yıllar önce Ertuğrul Özkök ile ilgili olan olumsuz düşüncelerimizin pek çok okuyucumuz tarafından bize de yapıştırıldığının farkına vardık, biz ne kadar kendimizi etrafımıza enerji yayan birisi olarak değerlendirmiş olsak ta verdiğimiz fotoğrafın bu görüşlerimizi yansıtmadığı da ortada.

Bu durum belki yıllar yılı görev yaptığımız MHP’den kalma bir alışkanlık olsa gerek, enerjimizi kendi çevremizden çok teşkilatlarımız için harcadığımızdan bunu yaparken de

“Başkan yemez,

Başkan acıkmaz,

Başkan uyumaz,

Başkan Gülmez-

Başkan Ağlamaz-

Başkan yorulmaz”

gibi kalıpların içerisine hapsettiğimizden olsa gerek bizi fotoğraflarımızdan tahlil edenlerin gördüğü gibi birisi olup çıkmışız.

Biz kendimizi değişime ayak uydurmuş bir şekilde görürken yukarıda verdiğimiz birkaç örnek sonrasında aslında bırakın müspet yönde değişmeyi bir miktar geriye doğru gittiğimiz gerçeğini de ortaya çıkarmış durumda.

Nasıl değişeceğimizi de bilemeden yola devam etmekten başka çare yok ne yazık ki…