Son on yıllık zaman dilimi içerisinde kabul etmek gerekiyor ki sabah saatlerinde ABD'yi en iyi müttefikimiz olarak görüyoruz, Öğlen arası ilişkiler biraz zayıflıyor, akşam saatlerinde ABD ile var olan bütün ilişkilerimiz nerede ise donacak hale geliyor, sosyal medyada var olan “İlişki durumu” o hepimizin bildiği “bir dargın bir barışık” pozisyonunda ilerliyor.

Edirne’den, Kars’a kadar var olan sınırlarımız içerisinde yaşayan 82 milyon Ümmet-i Muhammed iç dünyasında ABD’ye diş bileyip bulduğu her fırsatta attığı  “Kahrolsun Amerika” sloganını artık hayat nizamı haline getiriyor ancak sabah erken saatlerden gece yarılarına kadar Televizyon ve bilgisayar olmak üzere var olan bütün iletişim kanallarından ABD Kültürünü daha doğrusu ABD emperyalizmini yansıtan sinema filmlerini, belgeselleri, Dev bütçeli müzikalleri bir nefes gibi içerisine çekmekten bir an bile geri durmuyor, duramıyor.

Tabi 7/24 ABD Emperyalizmini takip etmek zorunda bırakılan bir “Irkın ahfadı” olarak hiç birimizin bu bombardımandan kurtulmamızın imkan yok, Her geçen gün hepimizi yakıp kül eden pahalılık dolayısı ile televizyon seyretmekten başka bir çaresi olmayan  “Evladı Vatan” bu filimleri göre göre artık Amerikalı gibi düşünmekten, Amerikalı gibi davranmaktan daha da kötüsü Amerikalı gibi konuşmaktan asla geri durmuyor.

Geçtiğimiz hafta televizyonda yarı ABD yarı Türk filmi yapımı bir sinema filmi seyrederken araç içerisinde Teoman ile babası arasında gerçekleşen bir diyalog bizi her zamankinden daha fazla düşündürmeye başladı.

Filmde araç trafikte ilerlerken Teoman’ın midesi bulanmış arka koltuktan babasına sesleniyor ‘’hey dostum arabana kustum’’

Amerikan sineması yetmişli yıllarda girdi ülkemiz ve küçük dünyamıza.

“Lora koş!” diyordu dizi filmde çocuk karakterini canlandıran kız.                                    

On saniye sonra bizim filmi izleyen çocuğumuz da “Lora koş” diyordu.

Bunun ne vahim bir durum olduğunu o yıllarda sezemedik hiç birimiz.

Komünistler, solcular “Kültür Emperyalizmi” diye haykırıyorlardı hançerelerini yırtarcasına

Daha haftanın iki güne yayınına başlayan televizyon hemen hemen bütün ülkeye yayılmaya başlamıştı bile.

Siyah beyaz yayınlar izliyorduk. Amatör belgesel çekimler, sessiz filmler. Henüz seslendirme, dublaj, montaj yok.

Amerikan emperyalizmini bırakın ‘’Emperyalizm ‘’kelimesini dahi telaffuzdan çok uzaklardaydık.

"Sömürü" diyorlardı, "kültür" diyorlardı, "eşitlik, özgürlük" diyorlardı bu hain solcular.(!!!)

Farkına vardık ki Tam kırk beş elli yıldır Amerikan filmleri izliyoruz.

Hayatımızın her alanına girdi yaşam biçimleri.

Çocuklarımızın çoğu onlar gibi ellerini kavuşturarak yemek duası yapmaya başladılar.

Biz Müslümandık sofra duasını bile etmekten çekinen insanlardık.

Müslüman ailesini yaşam biçimini anlatan filmler diziler yapmadı bizim "mücahitlikten müteahhitliğe" fırlayan ağzı dualı göğsü imanlı takım.

Milliyetçi zenginlerde Türk İslam aile yapısını yansıtan filmlere imza atamadılar.

Para çok tatlıydı mutlaka. Ve en çok Milliyetçi muhafazakârlara gerekliydi.

Gerisinin önemi yoktu herhalde parayı bulup villalarda, aşçılar, hizmetliler, şoförler, dadılar, kâhyalarla eşit şartlarda yaşamaya başlamışlardı nasılsa.

Üç beş film işte Mesut Uçakan ,”Kelebekler sonsuza uçar”. İsmail Güneş Başrolünde Eşref Ziya, “The İmam”. Bir kaç Yılmaz Güney filmi “Sürü, Yol, Arkadaş”. Sırrı Süreyya’dan  “Beynelmilel”.

Tam elli yılın gerçeğini gözler önüne seren bir film.

Türk sineması baştan başa komedi şarlatanlıklardan ibaret.

Bir tane dünya ölçeğinde filmimiz yok.

Bizi yıllarca uyuttular zengin kız fakir oğlan edebiyatıyla.

Bizi toplumsallaştıran, eğiten, öğreten, tebessüm ettiren insan yapan tek şey yapamadık,

Artık para varken, güç varken kılını kıpırdatmayan, bir şey yapmayan para babası, solcu, sağcı, Milliyetçi , dinci, Müslüman, demokratların da hiçbir söz söylemeye hakları yok.

Kendi öz dinine hicret etmesi gereken akıl başa yavaşta olsa geliyor.

Kafa, kol, bacak kesme saçmalığından, zalimliğinden, kana susamışlığından, insan olmaya cehennemde döne döne yanma hikâyelerinden öz dinine Peygamberinin yaşamına hicret etme vakti geldi ve insanlar bunu dillendirmeye başladılar.

Cennette söz dinlemeyen Hz Adem’in yakılmadan, kafası, kolu kesilmeden cennetten kovuluşu gibi.

Yılana merhamet edip öldürmeyen peygamberin soyu gibi, karnına sıcak çölde taş bağlandığında vahşileşmeyen aksine şefkat ve merhameti daha çoğalan peygamberin soyu gibi olma sırası geldi.

Amerikan kültürü ve emperyalizmi sürüyor. Bizim bir kültür ve yaşam biçimimiz oluşamıyor.

Kimsenin umurunda bile değil hâlbuki Amerikan sinemasının bu işe ayırdığı bütçeyi duysak dudağımız uçuklayacak.

Kültür Bakanlığı evet kültür mantarı güzel bir yiyecek. Biraz tereyağı azıcık tuz ekledin mi harika.

Türk İslam kültürünün oluşmasını istiyorsak yaşam biçimimizi ve şeklimizi Sinemada ortaya koymalıyız ki yeni nesil görüp öğrenip yaşasın.

Teoman anne babasından aldığı iyi eğitim dışında Amerikan filmleri izliyor elli yıldır değişen bir durum yok.

Ama anne babadan çok Amerikan filmi ve dolayısıyla kültürüyle görüşüyor.

Arabaya binmeden muhtemelen çok yemek yedi bizim Teoman.

Sıcakta midesi de bulandı hemen poşette bulamadı.

Yapacak bir şey yoktu. Bir güzel kustu arka koltuğa.

Arka koltuktan babasına bağırdı.”Heyyy dostum! arabana kustum.!”