Bir iş kazası meydana geldiğinde bazı basın organlarında  "iş cinayeti" veya "kaza değil cinayet" şeklinde haberleştirildiğine çok şahit olmuşuzdur.


Peki gerçekten iş kazası, bir cinayet midir?


Öncelikle TDK'nun Türkçe Sözlüğüne baktığımızda "cinayet" sözcüğünün "adam öldürme" ve "adam öldürme derecesinde ağır suç" şeklinde iki anlamda kullanıldığını görürüz.


Yani bir vakanın cinayet olduğunu söylemek için illada ortada bir  adam öldürme suçunun olması şart değildir.

İşlenen suç, adam öldürme derecesinde ağır bir suç olarak görünüyorsa bundan cinayet olarak söz etmek mümkündür.


Tabi bu tabiri kullanmak kazaen işlenen suçu adam öldürmeye eşdeğer hale getirmez.

Zira biliyoruz ki, bazen bir olayın vahametini ortaya koymak veya belirli bir hedef kitlenin  dikkatini güçlü bir şekilde çekmek için "cinayet, cinayet gibi" tabirleri kullanılır.


Konumuz iş kazaları olduğuna göre bu konuya dönelim.


Şüphesiz ki her cinayetin işleniş şekli ve derecesi farklı olduğu gibi, her iş kazasının da meydana geliş şekli, nedeni ve şiddeti farklı olabilmektedir.


Bir işyerinde işveren her türlü iş güvenliği tedbirlerine başvurmuş, çalışanlarını eğitmiş  ve kaza yaşanmaması için gerekli yatırımları yapmış olmasına  rağmen, işyerinde bir iş kazası meydana gelmiş ise buna peşinen "iş cinayeti" demek insaflı olmayacaktır.


Ancak işveren, kısa vadede daha çok para kazanmaya odaklı ise, teknik personelin ve uzmanların hiç bir görüşüne önem vermiyor ise, her öneriyi gereksiz bir harcama kapısı  olarak görüyorsa, göz göre göre kazalara davetiye çıkardığı için, işyerinde meydana gelen iş kazası için rahatlıkla iş cinayeti de denebilir.


Tabi ki burada tartıştığımız konu, iş kazalarının  kamuoyunda nasıl algılanacağı  veya adının konacağı ile ilgilidir. İşin hukuki yönünü ayrı bir değerlendirme konusudur.


Gerçekte bir kaza, cinayet gibi görünse dahi, cezai yönden bir adam öldürmeyle eşdeğer tutulamaz. Zira hukukta, kazaen ölüm halinde suç tanımı  "taksirle adam öldürme" şeklinde olur ve varsa suçun faili, derecesine göre  Ceza Hukukunda öngörülen  cezalarla karşı karşıya kalır. 


Biz toplum olarak maalesef ancak toplu kazalara ve ölümlere dikkat kesiliriz.

Oysa her bireyin ölümü Nasrettin Hoca'nın tabiri ile 'kendi kiyameti', geriye kalanları açısından da toplu ölümlerden farklı şiddette değildir. 

Hatta tekil ölümlerin ailede toplu ölümlere göre daha fazla etki bıraktığı bile söylenebilir.


Kısacası istatistiklere göre ülkemizde her yıl iş kazalarında yaklaşık 3 Soma faciası kadar facia yaşandığı halde, bu kayıpların  bireysel veya farklı tarihlerde olması nedeniyle toplumun büyük bir kesimi tarafından fark edilmez bile.


Hukuk dilinde "taksirle ölüme sebebiyet vermek" şeklinde tanımlanan suç günümüz şartlarında faile ağır yaptırımlar getirmiyor ise de, kişinin içindeki hakimin ne karar verdiği de önemlidir.

Bu iç hakim muhakemesini tamamlayıp cezayı keserse artık o fail dışarıda gezse dahi, ömür boyu görünmeyen parmaklıklar arkasında yaşayacaktır.


Gerek fiziki gerek ise de manevi zindanlara düşmemenin en iyi yolu da, insan hayatını korumak için bilimin ön gördüğü her türlü tedbire başvurmaktır. 


Aksi halde şöyle veya böyle, bir ölüme sebebiyet vermek, hayatta maruz kalınabilecek en ağır vebal olacaktır.