Bizim İlkokula başladığımız tarih 1966 yılıdır, Kars’ın selim içesinde Önünden demiryolunun geçtiği 2 yada 3 Demiryolu görevlisinin ikamet ettiği lojmandan başka bir yapının olmadığı yerleşim merkezinde 6 yaşında bir İlkokul öğrencisi olarak karda, kışta her gün Selim istasyonuna 9 kilometre mesafedeki yolu sabah akşam yürüyerek gider gelirdik.

İlk okul bitti bir sabah Erzincan’a tayinimiz çıktığı söylendi, merkezi bir yere gideceğimiz kalabalığa karışacağımız, elektriği yanan, tuvaleti evin içerisinde bulunan bir lojmana kavuşacağımızı hayal ederken kendimizi Otlukbeli savaşının yapıldığı Erzincan’a dokuz kilometre mesafedeki Yoğurtçu durağında bulduk.

Yoğurtçu durağının Selim ilçesindeki lojmandan bir farkı yok ancak biz ortaokula başlayacağız burada orta okul yok, Artık bu kadar yolu gidip gelmekte istemiyoruz, bu yüzden Erzincan merkezden o taraflara sabah akşam sefer yapan bir minibüs ile aylık bedel karşılığı anlaştık, Bir haftalık yolculuğun ardından Minibüsün sahibi Rüstem abi “Yüksel sen sabah akşam minibüse binenlerden para topla bende senden para almamayım hatta küçük bir cep harçlığı da verebilirim” dediğinde dünyalar bizim olmuştu.

Böyle bir süreç sonrası Ortaokulda bitti ve biz Kayseri’ye tayin olduğumuzda ilk defa şehrin tam ortasında elektriği yanan evin mutfağındaki musluktan suyu akan, Tuvaleti banyosu evin içerisinde bulunan bir lojmanda yaşamanın keyfine varmıştık.

Rahmetli annemin “Ara yerler” diye tabir ettiği en fazla iki lojmanın bulunduğu şehir merkezlerin olabildiğince dışında ki  Kemah-Alp köyü-Selim- Yoğurtçu durağı gibi “Ara istasyonlarda” tam olarak 15 yıl ömür sürmenin elbette ki zorlukları vardı, Ancak çocukluk yıllarımızdan gençlik dönemlerimize kadar olan zaman dilimi içerisinde “Sağlıklı beslenme” noktasında da çok büyük faydalar gördüğümüzü söyleyebiliriz.

Sonbahar mevsiminin tükenmeye başladığı günlerde rahmetli babam ekonomik durumuna göre 2 yada 3 koyun alır, Devlet Demir yollarında kendi himayesinde görev yapan ve kavurma işini iyi bilen bir çalışanla birlikle kesilen koyunlar olabildiğince ufak parçalara ayrılır bir yada 2 gün soğuk bir yerde bekletilirdi.

Ertesi gün sabah saatlerinden itibaren uygun bir yerde demiryolcuların “Travers” diye bildikleri yağlı ağaçlar yakılır, 3 koyun etinin sığacağı genişlikte bir leğene boşaltılan etler sabah saatlerinden akşamın geç vakitlerine kadar kavurma haline gelinceye kadar işlem görürdü.

Kavurma işlemi tamamlanır mis gibi kavurmalar ambalajlarına konulur aynı zamanlarda edinilen Erzincan’ın dillere destan “Tulum peyniri de “ stoklanınca bir kışlık sabah kahvaltısı sorunu çözülmüş olurdu.

İşin doğrusu Kışın o soğuk günlerinde sabah kahvaltısında mis gibi tandır ekmeğine sarıp çay ile birlikte mideye indirdiğimiz Kavurma ve tulum peynirinde insan vücudunu koruyan mucize bir ilaç olduğu kanaatinde birleşirdik.

Aradan çok uzun zaman geçti, Evlendik çoluk çocuk sahibi olduk, Yılda bir kere soğuk aldığımız haberini alan rahmetli annem “Yüksel’e hastalık fayda etmez ona ve diğer kardeşlerine ara yerlerde çok iyi baktım o yüzden korkmayın hemen iyileşir” derdi ve süreç aynen annemin söylediği şekilde sonlanırdı.

Bu yazdıklarımız vesilesiyle Aspirin bile kullandığımızı hatırlamıyoruz, Hastane ile doktorlar ile tam mesaimiz geçtiğimiz yıl geçirdiğimiz Göz operasyonu sayesinde oldu, İkincisi de geçtiğimiz hafta içerisinde yaptırdığımız Covid 19 testimizin Pozitif çıkması sonrasında.

İnsan bu hayatta ne zaman ne ile karşılaşacağını bilmiyor, Ancak karşı karşıya kaldığımız bu iki rahatsızlık durumu sonrası çok net bir şekilde ortaya çıkan gerçek insanın sağlığının kendisine iyi bakmasından geçtiğidir.

Gerisini Allah bilir.