Bu yazımda düşünce ve fikirlerinden sık sık yararlandığım Türkiye’nin aydınlık yüzlü iki yazarımızın birbirine çok yakın tarihlerde yazılmış iki yazısından bahsedecek ve bunları elimden geldiği kadar tahlil etmeğe çalışacağım.

                Birinci yazıyı, Prof.Dr. İskender Öksüz Hoca “Bizim Babil Kulemiz”(16 Mart 2024-Miil Düşünce Merkezi)*, diğerini ise Prof.Dr. Ahmet Bican Ercilasun Hoca: “Bir Sezgi”(23 Mart 2023-Yeniçağ)** başlıkları altında yazdıklarını okuyucularına sunmuşlar.

                Her iki yazarımız da tarihten örnekler vererek Türkler olarak kanayan yaramız: “Birlik ve Bütünlük Sağlayıp Büyük İşler Başaramamak.”tan söz ediyorlar. Ne kadar haklılar ki; tarihi kökenimiz binlerce yıl gerilerde olmasına rağmen, büyük medeniyetler kuran, çağ açıp çağ kapayan bir milletin evlatları olarak bugünkü durumumuzu içimize sindirip kabullenmek inanın bir Türk milliyetçisi olarak bana zûl geliyor. Ecdadımızın İstanbul’u aldığında bir çağın kapanıp yeni bir çağ açılmasından 49 yıl sonra keşfedilen kıta Amerika’sının bugünkü durumuyla bizim durumumuz arasında her yönüyle kıyaslanamayacak derecede mesafeler var.

                Peki, öyleyse biz neden böyleyiz diye sormayacak mıyız? İşte bunun cevabını iki değerli yazarımızın bölüm bölüm alacağım pasajlarından bulacağız.

                İskender Hoca yazısına Tevrat’tan bir alıntı ile Başlıyor:

Tevrat, Yaratılış (Genesis) Kitabı 11: 1-9’da Babil’i şöyle anlatıyor:

1) Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı kelimeleri kullanırdı.2) Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova buldular ve oraya yerleştiler. 3) Birbirlerine, “Gelin tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. 4) Sonra, “Kendimize bir kent kuralım” dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.” 5) Rab insanların yaptığı kenti ve kuleyi görmek için aşağıya indi. 6) Ve şöyle dedi: “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar. 7) Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki birbirlerini anlamasınlar.” 8) Böylece Rab onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. 9) Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü Rab bütün insanların dilini orada karıştırdı ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıttı.”

                Prof. Dr. İskender Öksüz Hocanın bu alıntıdan çıkardığı ana fikir şöyle: “Birileri birlik oluyor. Birlik olunca büyük işler başaracak güce erişiyorlar. Bundan hoşlanmayan “Rab”, onları birbiriyle konuşamaz hâle getiriyor. Böylece bölünüyor ve artık göklere ulaşacak kuleler yapmak gibi büyük hedefleri akıllarına bile getiremez hâle geliyorlar.”

                Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun Hoca ise yazısına: “Şöyle bir sezgim var: 1990’ların ilk yarısında devletin güvenlik ağırlıklı bazı güçleri, PKK terörünü önemsediler ve onu bitirmeye çalıştılar fakat şeriat (cemaat ve tarikatlar) tehlikesini görmediler veya önemsemediler. Bu politikanın sonunda 2002’deki AKP iktidarı, neredeyse PKK terörünün bittiği bir yapı devraldı. Önemsenmeyen veya görmezden gelinen şeriat tehlikesi ise Fethullah Gülen örgütü ile AKP iktidarının iş birliği yıllarında gittikçe arttı; 17-25 Aralık 2013’te iş birliğinin sona ermesinden sonra 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsüne kadar uzandı.” İşte iki hocamızın da yazılarının başında belirtikleri gibi iyi giden işlerin devamında Tanrı ve onun saçaklı yaramaz çocukları devreye giriyor ve ülkeyi yönetilemez duruma getiriyorlar.

                Devam ediyoruz: İskender Öksüz: “Bir düşünün bakalım: Hikâye(Babil Hiâyesi) size bir şeyleri çağrıştırdı mı? Çağrıştırdıysa sorun bakalım, sizin hikâyenizde insanları birbiriyle konuşamaz hâle getiren bir kuvvet var mı? Varsa kimdir acaba?

Eski günleri hatırlıyorum. Biz böyle değildik. Ne millet olarak ne o milletin içindeki siyasi hareketler, gruplar olarak. Grupların içinde de gruplar arasında da birbirimizle bal gibi konuşurduk. Bazen anlaşıp bazen anlaşamasak da konuşabilirdik.”

                Hatırlayın 10 Mayıs 2020 yılında İYİ Parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener bütün liderlere ekonomik darboğaz ve Suriyeli sığınmacılar konusunda bir çağrıda bulunuyordu. “Bugün bir çağrı yapmak istiyorum, bir anne olarak bu çağrım Sayın Erdoğan’a, tüm liderler bir masa etrafında toplanmamız lazım, bu ülkenin vatandaşları olarak, bu ülkeye hizmet etmiş vatandaşlar olarak bu masanın adına memleket masası diyorum ben memleket masasında toplanmamız lazım. Bu krizden nasıl çıkacağımızı konuşmamız lazım.”

                Maalesef olmadı, konuşulamadı, Tanrı’nın yaramaz çocukları yine devreye girdi ve neredeyse Sayın Akşener’in sözleri havada kaldı.

                Ercilasun Hoca: “Bazıları “derin devlet” diyor; ben “güvenlik ağırlıklı bazı güçler” diyorum. Benim kullandığım ifadedeki “bazı” kelimesi önemlidir. Çünkü güçlerin tamamı değil bir kısmı söz konusudur. Ayrıca ben bu bazı güçlerin tamamının da aynı düşüncede olduğunu ve birlikte hareket ettiklerini düşünmüyorum. Tek bir makama bağlı olduklarını da düşünmüyorum. Bence bu “bazı güçler” dağınıktır ve birbirleriyle de tam bir uyum ve irtibat hâlinde değildir. Üstelik içlerinden bir kısmının “farklı dış güçlere” bağlı olması, bir kısmının da bazı yolsuzluk işlerine bulaşmış olması ihtimali vardır.”

                İşte, Ercilasun Hoca’nın: “güvenlik ağırlıklı bazı güçler” dediğine ben: “Şeytanın yaramaz çocukları” diyorum.

                Prof. Dr. İskender Öksüz Hoca yazısını bir soruyla nihayetlendiriyor: “Ülkenin çoğunun ortak değerleri belli iken acaba marjinal oylar peşinde koşmakla hata mı ediyorum? Ne dersiniz? Acaba vatansever, Atatürkçü, laik, demokrat, milliyetçi, ulusalcı yönlerinizi vurgulasanız daha iyi olmaz mı? Tabii bu değerler sizin de ortak değerleriniz ise. Değilse mesele yok. Ama o takdirde bir türlü çoğunluklara erişememeye de katlanacaksınız.

                Prof.Dr. Ahmet Bican Ercilasun Hoca ise Türkiye’nin bu noktaya gelişine sebep ararken: “Atatürk’ün vefatından sonra eğitimin “millî” olmaktan çıkmasıdır. 1940’larda başlayan eğitimde millîlikten uzaklaşma, sağ denilen liberal iktidarlarda gittikçe artmıştır. Şimdi ise “dinî” hâle getirilmeye çalışılmaktadır.

“Millî” olmaktan kasıt bazılarının sandığı gibi ırkçılık, faşizm falan değildir. Orta öğretimi bitiren gençlerin kendilerini, toplumlarının bir ferdi hissetmelerini sağlayacak kadar dil, edebiyat, tarih ve yurttaşlık eğitimidir. Fransa’da, İngiltere’de ve diğer gelişmiş batı ülkelerinde olduğu gibi. Bizde de böyle bir eğitim olsa insanlarımız kimlik sorunu yaşamazlar ve “Acaba ben Türk müyüm?” kararsızlığı içinde olmaz, kendilerine başka soy arama çabasına girmezler.

                Bütün buraya kadar anlatılanlardan çıkan sonuç şu ki: Babil halkını birbiriyle anlaşamaz hale getiren Tevrat’ın Tanrısı ne ise Türkiye’de ortak müştereklere rağmen birbiriyle anlaşamayan, konuşmayan, konuşturulmayan “Güvenlik Ağırlıklı Güçler” veya benim tabirimle: “Tanrının Yaramaz çocukları” Bunların hepsine birden amiyane tabirle: “Derin Devlet”te diyebiliriz.

*https://millidusunce.com/bizim-babil-kulemiz/

**https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bir-sezgi-778706h.htm