9 Eylül’e dair

bile başka esiyordu İzmir’de. Rıhtımda savaş gemilerinde aceleci bir telaş vardı. Kordon boyunda her zaman bulunan yılışık ve terbiyesiz Yunan askerleri yoktu.İşgalin başladığı 15 Mayıs’tan bu yana Konak’ta Kemeraltın’da var olan hüzün ve esnafların ağızlarını bıçak açmayan suskunluğu bütün gece evlerde kandiller altındaki heyecana bırakmıştı. Sokaklarda olanları hissettirmemeye çalışan Yunan subayları, işgalden bu yana tarafını seçmiş kilisenin üyeleri evlerini boşaltıp valizlerini hazırlıyorlardı.Limanda demirlemiş savaş gemileri, askeri malzemelerini limana indiriyor yolcu için yer açıyordu.

Mehmet varyantın tepesinden yukarıdan aşağıda olanları seyrediyordu. Limanda kara duman çıkararak gemilere insan taşıyan istimbotları seyretti, Konaktaki, Alsancak’ın dar sokaklarındaki heyecanlı koşturmacayı izledi. Uzaklardan top sesleri duyuluyordu. Belkahve tarafından tozu dumana katarak geri çekiliyordu Yunan askeri. Sokaklarda ellerinde bavulları, kaç yıldır İzmirli’ye zulmetmiş azınlık ajanları korku ve pişmanlık ile limana doğru koşuyordu. Hasan Tahsin’i hatırladı Mehmet. O ilk kurşunu atmadan önce beraber bedestende kahve içmişler, tütün sarmışlardı. “Bir şey yapmak lazım Mehmet bu kabul edilemez, bu işgale karşı durmak lazım” demişti. Sonra Konak’a yürürken birden ayrılmış yanından ilk kurşunu sıkmıştı. Cenazesine bile yaptıkları zulümü hatırladı Mehmet, darbelemişler, parçalamışlar vermemek için ellerinden geleni yapmışlardı.

Son birkaç senedir Kordon’da, Kemeraltın’da Alsancak’ta Türkler taciz ediliyor, sokağa çıkan kadınlara olmadık rezillikler yapıyor, kocalarını onların yanında dövüyor, çocuklara acı çektiriyorlardı. Oysa birçoğu uzun yıllar boyunca aynı şehrin komşusu, aynı şehrin esnafı olarak yaşamışlardı. O lanet 15 Mayıs’ta Yunan ordusu İzmir’e girince bu hemşerilik yerini düşmanlığa bırakmıştı. Uzaklarda Uşak’ta Afyon’da çok daha kötü şeyler duymuştu Mehmet. Küçücük çocukların babalarının önünde tecavüz edilip öldürüldüğünü duymuş ve hiddetinden elini kırmıştı. Sonbirkaç gündür muharebelerin Türk ordusu lehine ilerlediğini duymuş o gece uyuyamamıştı sevinçten. İzmirli kadınlar mum ışığının, kandillerin, gaz lambalarının altında birkaç gecedir kırmızı ve beyaz kumaşlardan Türk Bayrağı dikiyorlardı.

Belkahve’den akan toz bulutu hızla yaklaştı İzmir’e.Artık süvariler kapaklarındaki ay yıldızın ışığı ile yorgun atlarını son bir hızla sürüyorlardı İzmir’e. Sokaklardaki bavullu insanlar kayıklar ile gemilere doluştular. Yunan muhafızlar silahlarını, araçlarını bırakıp limanda gemilere binmeye çalışıyor, kentin doğusundaki Rum konakları yanıyor, şehir kara bir sis içerisindeyken Yunan askerleri çaresizlik ve korku içerisinde kaçıyordu. Bunca yıl hakaret ve saldırıya maruz kalmış İzmir halkı onların yaptığını yapmadı. Ne bir hakaret ne bir saldırı. İlk süvari girdiğinde İzmir’e kadınlar günlerdir diktikleri Türk bayraklarını astılar evlerine, caddelere, ellerinde bayraklar çocuklar çıktı caddelere. Mehmet ağlıyordu. İmdat’ın yerini sokakları yıkayan yağmur almıştı. Konak’ta Hasan Tahsin’in vurulduğu meydanda kan izleri galiba ilk defa bu yağmur ile yıkanıp temizleniyordu. 9 Eylül; süvariler indiler atlarından, koşar adımlar ile vilayet binasına girdiler, Yunan bayrağını indirip göndere Türk bayrağını çektiler. Limandan yunanlı askerler ve bavulları ile ihanetlerinden utananlar gemilere doluşmuş körfezi terk ediyorlardı. Tüm sokaklar artık kırmızı ve beyazdı, geride sadece duman ve yanarak bırakılan bir İzmir, yağmur ve Mehmet’in gözlerinde yaş vardı.