Dumanlı dağlar

Dumanlı dağların doruklarına doğru bakarken insan, sanki bütün dünyanın yükünü bir nefeste bırakabilirmiş gibi hisseder.

Uzakta, sislerin arasında kaybolmuş zirveler; hem bir masalın kapısıdır hem de içimizi yoklayan bir yalnızlığın aynası. Kim bilir kaç yüzyıldır aynı şekilde duruyorlar…

Rüzgâr değişir, mevsimler geçer, insanlar gelir gider ama o dumanlı dağlar, hep aynı vakar ve sessizlikle göğe uzanır.

Dağın eteklerinde yürürken, toprakla gök arasında sıkışmış ince bir çizginin üzerinde ilerlediğini fark eder insan. Bir tarafında yaşanmışlıklar, diğer tarafında ise ulaşamadığı hayaller… Sis bazen gerçekleri saklar; bazen de sakladıklarıyla insanı gerçeğe daha çok yaklaştırır. Çünkü dağların üstünü örten o beyaz örtü, aslında insanın kalbine çöken bir kabulleniştir: Her şey açık seçik görünmez; bazı cevaplar ancak sessizlikte duyulur.

Bazen dumanlı dağlara bakarken içimde tuhaf bir sızı belirir. Sanki yıllardır söyleyemediğim tüm cümleler, içimde gizlediğim tüm yaralar o sisle birlikte yukarı doğru yükselir. Dağların sessizliği, insanın içine işleyen bir ayna gibidir; sakladığın ne varsa bir bir yansıtır. Bir an durur, derin bir nefes alırsın… Ve fark edersin ki aslında en çok kendinden kaçmışsın.

Rüzgârın taşıdığı her serinlik, geçmişten bir dokunuş gibi çarpar yüzüne. Bir zamanlar güldüğün, sonra ayrılıklarla süren anılar gelir aklına. Ama dağlar bu hüzne bile yumuşak davranır; seni yargılamaz, sorgulamaz. Sadece dinler. İçindeki her çatlaktan sızan duyguyu kabul eder. Çünkü bilirsin…
İnsan en çok sustuğunda anlaşılmak ister.

Dumanlı dağlar, insanı konuşmadan dinleyen bir dost gibidir. Üzgünsen rüzgâr hüzünle eser; mutluysan sis bile daha yumuşak bir tonda çöker. Yükünü bırakacak bir omuz arıyorsan, dağların gölgesi sana kucak olur. Onlara bakarken için titrer ama tuhaf bir güç de doğar içinde. Çünkü o sis, sadece dağın değil, insanın içindeki fırtınaları da saklar. Ve sakladıkça iyileştirir.

Sis çekilirken, sanki kalbinin üzerinden de yükler kalkar. Ve o an anlarsın:
“Belki de iyileşmek, her şeyi unutmak değil… Bazı acıları sessizce yanına alıp yola devam etmektir.”

Belki de bu yüzden dumanlı dağlara bakan herkesin kalbinde aynı his uyanır:
“Ne kadar uzak olsa da, orada beni anlayan bir şey var…”

İnsanı kendine çeken, anlatılmamış hikâyelerin o ağır kokusudur. Her bulut, dağın omzuna bırakılmış bir hatıradır; her rüzgâr, yokuşu tırmanırken nefesi tükenenlerin fısıltısı… Ve biz, her bakışımızda kendi hikâyemizi o sislerin arasına yeniden yazarız.

Dumanlı dağlar, sadece yükselen kayalardan ibaret değil; yüreğin göğe uzanma çabasıdır. Ve insan, o sisli silueti gördüğünde bilir ki:
Her fırtınanın ardında, mutlaka sakin bir zirve vardır.