Fikri Derinlik

Biz kendisini dini vecibelerini elinden geldiği kadar yerine getirmeye çalışan birisi olarak değerlendirir ve her şeyin ortalamasını yaşamanın özellikle de dini konularda aşırıya kaçmanın eninde sonunda herkesi bir takım sorunlar ile baş başa bırakacağını yaşanan tecrübeler ile az çok hesap edebiliyoruz.

İnsanımızın zaman zaman ne yaptığını bilemez bir şekilde “kaş yapayım derken göz çıkardığı” anlarda bizimde   Belediye meclis üyesi yaptığımız dönemdi.

Belediye meclis üyesi olarak görev yaptığımız dönemde bir meclis oturumunda  AK Partili arkadaşlar “ falanca mahalledeki şu kadar metre arsanın İbadethane yeri olarak ayrılması ve imara işlenmesi” şeklinde bir teklif getirince teklifi getiren arkadaşımıza daha “Bu ibadethane tanımını değiştir öyle teklif getir böyle sıkıntı yaşarız” dememize fırsat kalmadan AK Partili meclis üyesi “Yüksel Ercan birde MHP’li olacaksın sen Kafirmisin Müslüman değilmisin ki İbadethaneye karşı çıkıyorsun.? “ sorusuna maruz kaldık.

Bu itham karşısında ilk anda biraz şaşırsak ta AK Partili arkadaşa “Kardeşim Sen teklifi ibadethane olarak getiriyorsun senin yarın buraya Kilise yada Havra yapmayacağını nereden bileceğiz, aklını başına al İbadethane ifadesini Cami olarak değiştir öyle getir bizde muhalefet etmeyelim ” teklifinde bulunduk,

Sonra anladık ki bizimkinin meramı Cami de değilmiş, o zaman ayrılan yerde şimdi  İlçe müftülüğü bulunuyor, Meğerse bizi Kafir olmakla itham eden arkadaşımız Müftülük binasını bile ibadethane olarak biliyormuş.

Tarih sanıyoruz ki 2004 yılının ilk aylarıydı, O andan sonra farkına vardık ki başta siyaset arenası olmak üzere hemen her platformda hiç kimse karşısındakini dinlemiyor anlamak için çaba sarf etmiyor, anlamadan dinlemeden kendi düşüncesi yanlış olsa bile sonuna kadar yanlışta ısrar edip “Benim fikrim yanlış ama siz bunu kabul edin” iddiasını asla terk etmiyor.

O tarihten sonra biz insanlarla tartışmaktan anında vazgeçtik, kendi düşüncesinden çok başkasının aklı ile hareket eden ve her şeyi bildiğini düşünen insanlar ile zaman kaybetmeyi en azından kendimize eziyet olarak değerlendirdiğimiz için daha işin başında bizi alt etmeyi kafasına koymuş papağanlara “Arkadaşım beni ikna etmek için kendini boşuna yorma, nefesini tüketme biz senin haklı olduğuna inanıyoruz” deyip işin içerisinden sıyrılmaya bakıyoruz.

Biz hayatımızın büyük bir kısmını okuyarak araştırarak sorgulayarak geçirdik, Özellikle İdeolojinin “Bıçak gibi” olduğu 1980-1995 yılına kadar doğruyu bulmak adına katılmadığımız sempozyum, sağcı-solcu-Muhafazakar-Komünist-Liberal yazarların ortaya çıkardığı eser nerede ise kalmadı gibi.

Biz Ülkücüyüz, hayatımızı da Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş’in kaleme aldığı Ülkücülerin başucu kitabı 9 IŞIK isimli eserdeki “Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik” umdelerine göre tanzim etmiş bir Vatan evladıyız, 9 IŞIK’ın tamamını benimsemekle beraber yukarıda da belirttiğimiz gibi bizi biz yapan değerler “Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik” ilkesi olmuştur.

Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik ilkesi kısaca insana “Araştır, soruştur, körü körüne bilmediğin tanımadığın fikirlerin peşine takılma, Allah sana akıl vermiş, kullan diye irade vermiş, Sakın iradenin tamamını yada bir kısmını hiçbir kişi –grup yada topluluğa teslim etme sana göre doğru olan ne ise onu yap” anlamını ihtiva ediyor.

Biz bu çerçevede başta Seyyid Kutub-Ali Şeriati-Hasan El Benna-Mevdudi-Muhammed İkbal olmak üzere çok sayıda İslamcı düşünürün eserlerini de okumayı ihmal etmedik, Gördük ki bu isimlerde “İslam dünyası içerisine düştüğü zorluklardan bir an önce kurtulmak istiyorsa sorgulamalı, araştırmalı, kişi yada gruplara körü körüne itaat etmemeli” demişler ve bu uğurda çok büyük mücadeleler vermişler.

Ancak o günlerden bu günlere gelindiğinde üzülerek görüyoruz ki İslam coğrafyası “Sorgulama” noktasında bırakın ileri gitmeyi o günlerden çok daha gerilerde bir yerdedir,

Partililer “Genel Başkanım bilir”,

Tarikatlar “Seydam bilir”,

Cemaatler “ Efendi Hazretleri bilir”,

diyerek işin içerisinden sıyrılmanın keyfini çıkartıyorlar(!!!)

Geçtiğimiz günlerde son derece büyük bir AVM’ye gitmiştik, eğer gelmişse yeni birkaç kitap alalım düşüncesi ile AVM’nin en üst katındaki Kitap sarayını gittik, Sorumlu arkadaşa “İşler nasıl” diye sorduğumuzda “Yüksel Bey AVM’ye giren her 260 kişiden sadece bir tanesi kitap sarayına giriyor, buraya girende çoğu zaman kitap almadan geri çıkıyor, Ne olacak bu memleketin hali diye düşünmekten inanın saçlarım döküldü, biz kitap okumazsak, araştırma yapmazsak, sorgulamazsak doğruyu nasıl bulacağız.?” diye öyle anlatmaya başlamıştı ki kendimizi dışarıya zor atıp kurtulduğumuzu hatırlıyoruz.

Okumak lazım, anlamak lazım, sorgulamak lazım, aklımızı, fikrimizi kullanıma kapatıp başkalarına kiraya vermemek lazım, Namaz kılmak isteyene bütün yeryüzü Seccade, Eğer varsa günahlarımızdan kurtulmak adına Allah’a yalvarmak “Yarabbim beni affet” diye yalvarmak için ellerimizi semaya kaldırıp Allah ile baş başa kalmak varken araya “aracı koymakta “ ne demek.?

Bugün karşı karşıya kaldığımız bütün dertlerin temelinde okumamak, araştırmamak yatıyor, 15 Temmuz gecesi devletin tankını milletin üzerine sürende aklını başkasına kiraya vermiş, Korumak zorunda olduğu Diplomatı sırtından vuracak kadar alçalan Poliste aklını kiraya vermiş, “Müslümanlığı yayacağım” iddiası ile vücuduna bağladığı patlayıcılar ile Canlı bomba olup suçu günahı olmayan insanları öldürende aklını kiraya vermiş durumda.

Alparslan Türkeş’in 9 IŞIK’ta yazdığı “Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik” ilkesi Milli Eğitim bakanlığına bağlı eğitim kurumlarında ders olarak okutulsa göreceksiniz en fazla 10 yıl içerisinde var olan bütün Paralel yapılanmaları paramparça edecek bir nesil ortaya çıkacaktır.

Kendilerini muhafazakar kanatta gören ve ne hikmetse kendisini bir yere intisap etmek zorunda gören “kafası karışık dostlarımız “eğer duymuşlarsa “Seyyid Kutub-Ali Şeriati-Hasan El Benna-Mevdudi-Muhammed İkbal” gibi düşünürlerin eserlerini bir kez daha gözden geçirsinler o zaman bu arkadaşlar çok kısa bir zaman zarfında Yüksel Ercan’ın geçirdiği “Evrimi “ daha iyi anlayacaklardır diye tahmin ediyoruz.

İlk emri “Oku” olan Kur’an’ın, “İkra’ bismi rabbikellezi hâlak” Yani “Yaratan Rabbinin adıyla oku.”(Alak, 96/1)” diyen bir dinin mensuplarının okumaya karşı bu kadar direnmesini kime nasıl izah edeceğiz Allah aşkına..!