24 Temmuz 1923'te imzalanan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasal ve iktisadî bağımsızlığını uluslararası alanda tescil eden kurucu antlaşmayı bir soykırım ve inkâr sürecinin başlangıcı olarak gören ve gelinen noktada bu sürecin yani bir başka değiş ile Lozan’ın hükümlerinin sona erdiğini ilan eden bir bildirge ile terör örgütü ile bir barış sağlandığına inan herkes tarih önünde mutlaka hesap verecektir.
Elbette terörün ülkemiz topraklarında son ermesi toplumsal huzurun sağlanması çok değerlidir ancak bunu sağlarken terör örgütünün bir silah bırakmaktan çok Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi ile hesaplaştığı cümleler ile dolu bir metni kabul etmek demek yarın uluslararası mahkemelerde ülkemizin soykırım gibi ağır bir suçlama ile yargılanmasının yolunun açılması demektir.
Gelinen konjonktürde içerisinden çıkardığı YPG ve PYD gibi birçok yapı nedeni ile artık fiilen sahada olmayan bir terör örgütünün zaten fiilen bitmişken bir anda canlandırılıp onunla üstelik ülkenin kurucu antlaşmasının adeta bir soykırım belgesi haline getirildiği bir anlaşmaya gitmek kazanılan bir barıştan ziyade kaybedilen ulus devlet ve bu devletin geleceği olduğu kanaatindeyim.
Hele bu talihsiz metin için devletin en tepesinden yükselen tebrik, taktir ve teşekkür mesajları ise en az bu fesih belgesi kadar talihsiz ve bir o kadar da anlaşılması güç bir durumdur. Bir bebek katilinin barış güvercini ilan edilerek adının PKK’nın kurucu lideri olarak değiştirilip kendisine cümlelerin en başında teşekkür ve minnet duygularının sunulması ise hem bu ülkenin birlik bütünlük ve selameti için şehit olan binlerce vatan evladının ruhlarını, gazilerin canlarını ve onların ailelerinin tüm duygularını yaralamış çok büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır.
Bugün sınırın ötesinde Irak ve Suriye’de kurulan terör devletine meşruiyet kazandırılma çalışmalarında önemli bir başarı elde edilmiş ve ilerleyen zamanlarda Türkiye içerisindeki bölücü hayalleri olanların da hayalleri yeniden canlandırılarak üç ülkenin topraklarını kapsayan federatif bir yapının temelleri bu sözde bu fesih belgesi ile atılmış ve bu belgeye bir barış belgesi olarak bakanları ise tarih kara sayfalarına not almıştır.
Akıldan çıkarılmaması gereken bir gerçek de terör örgütünü kuran ve bugüne kadar getiren güçlerin onayı ve oluru olmadan varlığını dış güçlerden aldığı destekler ile sürdüren bir örgütün ben kendimi feshettim demesi asla mümkün değildir ve eşyanın tabiatına aykırıdır. Dükkânın anahtarı dükkânın sahiplerindedir ve dükkanda çalışan bir çalışanın ben dükkânı kapattım deme lüksü yoktur aynı ben dükkanı açtım deme lüksü olmadığı gibi.
Asla unutulmamalıdır ki elbette barış kıymetli ve değerlidir ama ondan daha değerli olan barış içinde yaşanacak sınırları misakı milli ile belirlenmiş, üniter yapısına zeval gelmemiş bir Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığıdır.