Sessizlik çökmüştü odanın dört bir yanına… Kalabalıklar çoktan çekilmiş, gülüşlerin yerini ağır bir hüzün almıştı. Bir köşede solmaya yüz tutmuş çiçekler, diğer tarafta tozlu bir albüm... Zaman durmuş gibiydi. Ve sen, yine yalnız kalmıştın. Ama bu sefer yalnızlık, sessizlikten değil; hatıraların gürültüsünden doğuyordu.
Bir fotoğraf eline düştü. Solmuş bir kâğıdın üzerindeki yüz, sana yıllar öncesinin bir yaz akşamını fısıldadı. O an geri döndün; bir gülüşe, bir dokunuşa, belki de bir vedaya... O an fark ettin ki aslında kimse gitmemiş. Sadece zaman başka bir yola sapmış, sen başka bir istasyonda kalmıştın.
Hatıralarla baş başa kalmak, bir aynaya bakmak gibidir. Orada sadece geçmişi değil, kendini de görürsün. Yaptıklarını, yapamadıklarını, iç çekişlerini, sessiz çığlıklarını... Bazı anılar sarar, bazıları yakar. Kimi gözlerini buğulandırır, kimi yüreğini darmadağın eder.
Belki bir dostun sesi yankılanır kulaklarında, belki bir annenin yorgun tebessümü… Belki de yitip giden bir aşkın gözleriyle buluşursun gecenin koynunda. Hepsi birikir, sessizce dizilir yanına. Ve sen anlarsın; gerçek yalnızlık, insanların yokluğu değil, hatıraların fazlalığıdır aslında.
Zaman alıp götürür çok şeyi ama hafızadan alamaz. Çünkü hatıralar, kalbin en derin yerine kazınır. Ne unutur insan ne de vazgeçebilir onlardan. Çünkü bir zamanlar can bildiği, bugün yâd ettiği şeylerdir onlar. Ve her hatırlayış, bir damla gözyaşıyla yeniden hayat bulur.
Evet, şimdi yalnızsın… Ama hatıralarla baş başasın. Ve bu, en derin konuşmaların, en gerçek yüzleşmelerin başladığı yerdir. Kaçmakla geçmez, susmakla dinmez… Oturup dinlemen gerekir. Çünkü bazen geçmiş, bugünü anlaman için fısıldar sana.
Ve o fısıltılar arasında bir mektup saklıdır. Yazılmamış cümlelerin yankısıdır o… Söylenememiş “özürler”, dile getirilememiş “duygular”, yarım kalmış vedalar… Her biri zamanın derinliklerinden çıkar gelir, kalbine konar. Ve sen, konuşamadığın insanlarla içinden binlerce konuşma yaparsın. Gözlerine bakamadıklarının sureti belirir karşında. Susarsın… Çünkü bazı duygular kelimeye sığmaz.
Belki bir akşamüstü, rüzgârın uğultusunda duyarsın o tanıdık sesi. Belki bir şarkının içinde bulursun, unuttuğunu sandığın bir anıyı… Ve anlarsın: Hatıralar ölmez. Sadece saklanır. Sessizce, gizlice yaşar içimizde. Bizi biz yapan şey, aslında tam da budur: Unutmadıklarımız.
Kalbinin kıyısına çökmüş o eski sandal, her dalgada biraz daha sarsılır ama batmaz. Çünkü içinde hâlâ sevgi vardır. Hâlâ umut, hâlâ bekleyiş… Belki de hatıralarla baş başa kalmak, yalnızlık değil; ruhunla yeniden tanışmaktır. Ve en çok da kendine sarılmaktır.