Hep yolun sonundayız

Bir bakıyorsun, çocukluk geçmiş. Dizlerimizdeki yaralar çoktan iyileşmiş ama ruhumuzda kalan izler hâlâ orada… Bir bakıyorsun, gençlik bir rüzgâr gibi esip geçmiş. Gülüşlerimize sessizlikler karışmış, heyecanlarımızın arasına derin yorgunluklar sinmiş. Aynaya her gün baktığın o yüz, bir sabah sana yabancı geliyor. Gözlerinin altındaki çizgiler, biriken yüklerin ve susulan cümlelerin sessiz izleri gibi…

Hayat hep aynı yere çıkıyor sanki: bir vedaya, bir ayrılığa, bir kapanışa.
Hep yolun sonundayız.

Her yeni başlangıç, fark ettirmeden bir sonun gölgesini taşır. Yeni bir dostluk kurarsın, ama bir yanın hep bilir: ya sen gideceksin ya da o… Bir yere alışırsın, bir hayat kurarsın; ama bir gün, her şey sessizce değişir. Ne kadar tutunmak istesen de, hayat parmaklarının arasından kayan kum gibi. Avuç açtıkça eksilirsin.

Bazen bir şehirden ayrılırken hissedersin bunu… Camdan dışarı bakarsın; sokaklar, binalar, insanlar geçip gider. Ama içinden bir şey hep orada kalır. Ne kadar uzaklaşırsan uzaklaş, o yolun sonunda biraz da sen eksilirsin.
Bazen bir sevda biterken yaşanır bu… Ne kadar sevmiş olursan ol, ayrılık herkese payını verir. O son sarılma, o son bakış; bir ömrün içine sığdırılmış koca bir vedadır.

Ve bazen de insan kendi içinde yolun sonuna gelir.
Bir duygu tükenir.
Bir umut söner.
Bir inanç kırılır.
Konuşmalar azalır, gözler donar, kalp susar.
Ve o an anlarsın: artık eski sen değilsin.

Ama işin tuhaf tarafı şu ki; “son” dediğimiz her şey, aslında bir “başka”nın kapısıdır.
Her vedadan sonra yeni bir “merhaba” saklıdır.
Her gözyaşının ardından doğan bir umut bekler.
Hayat, sonlardan korkmayı değil; onlardan doğmayı öğretir bize.

Çünkü yıkılmadan öğrenilmiyor ayakta kalmak.
Çünkü kaybetmeden bilinmiyor kıymet.

Ve belki de en güzeli şudur:
Hep yolun sonundayız, ama hâlâ yürüyoruz.
Yaralarla, eksiklerle, hatıralarla…
Ama dimdik!
Çünkü bazen sadece yürümek bile bir direniştir hayata karşı.

#amp-auto-ads