İçimizdeki Amerika..

Muhtemelen bundan 25 yıl önce çocuklarımızın henüz küçük olduğu dönemlerde özellikle hafta sonları “hadi bakalım toplanın İstanbul tarafında yeni yapılan bir AVM’ye gidelim, biraz dolaşır sonrada yemek yer döneriz” dedikten ve sözünü ettiğimiz AVM’ye gittikten sonra yemek yiyeceğimiz yer ile ilgili ev halkıyla kavga-gürültü olmadan bir kere bile eve geri döndüğümüzü hatırlamıyoruz.

O günlerde de bugünlerde de tartışmanın ana sebebi ise tahmin edileceği gibi yemek yeme tarzı,

Biz daha çok geleneksel tarzda önce bir çorba, sonra et yemeği, pilav en sonrada güzel bir tatlı ve damak tadına göre kahve ile yemeği sonlandırmak niyetinde iken ev halkı “Mc Donalds türü yemek bizim olmazsa olmazımız, bundan asla taviz vermeyiz” dediklerinden son derece güzel ve neşeli bir şekilde geçeceğini düşündüğümüz toplu yemekler bir anda kavga-gürültü sona eriyordu.

Bizi yıllar yılı mutsuz eden en keyifli anlarımız bile kabusa çeviren bu yemek tarzımdan şükürler olsun ki çocuklar büyüdü de kurtulduk ancak altı yıl önce aramızdan ayrılan rahmetli annem her üç-beş günde bir “Herkesin çocukları annelerini Mc Dnalds’a götürüyor sen beni bir gün oraya götürüp yemek yedirmedin” dediğinde marka hayranlığının hangi boyutlarda olduğunu şaşkınlıkla anlamış oluyorduk..

Biz bu yabancı marka alışkanlığından elimizden geldiği kadar kenarda durmak istesek te  aslında “bir şeyden ne kadar uzaklaşmaya çalışırsan o kadar fazla yaklaşırsın” geleneği çerçevesinde yabancı markalar ile mecburi bir şekilde kucaklaşmak zorunda kaldığımızı görüyoruz.

Yıllar önce katıldığımız bir Orta Asya gezisinde bize oradaki kardeşlerimiz tarafından ikram edilen bütün yemekleri “Acaba tadı nasıldır.?” sorusuna cevap alamadığımızdan “size afiyet olsun ben az önce çok yedim, midem tıka basa dolu” yalanının arkasına sığındığımız aksine açlıktan perişan olduğumuz saatlerin birinde kafamızı kaldırıp ta “Mc Donalds” tabelasını gördüğümüzde belki biraz mübalağa etmiş olacağız ama “Babamızın mezardan kalktığını gördüğümüz an” kapılacağını düşündüğümüz heyecanın kat be kat fazlasını hissetmiştik.

Kazakistan dönüşü “Hadi eve boş gitmeyelim, çocuklara çam sakızı çoban armağanı birer çift ayakkabı alalım” diye çantamıza yerleştirdiğimiz ayakkabıları eve geldikten sonra  çocuklara verdiğimizde onların yüzünün aldığı şekli ve arkasından “bu ayakkabılarda marka yok, neden oradan buraya kadar markasız ayakkabıları kendine yük etin ki parasını verseydin biz burada markalı ayakkabılar alırdık” söylemlerini o gün bu gündür bir türlü unutamıyoruz.

O günden bu zamana kadar gelinen süreçte pek çok ülke ile birlikte Türkiye’de Emperyalist ülkelerin ürettikleri markaların iyi bir pazarı oldu,

Bugün orta büyüklükte bir AVM’ye gidin, var olan işyerlerini tek tek sayın ister yemek sektöründe,ister tekstil, ister mobilya ister elektronik eşya olsun aklınıza gelen tüm sektörlerde Türk markalarının nerede ise yok denecek sayıda olduğu görülecektir.

Kullandığımız araçlar zaten bizim değil,

Bizim olmayan araçlara yakıt almak için yanaştığımız akaryakıt istasyonları da normal olarak bizim değil,

Aracın deposuna akaryakıt alırken ışıl ışıl parlayan satış mağazalarına girip herhangi bir ürün almaya kalkıştığımızda Türk markası bulabilmek için nasıl büyük mücadele verildiğini en iyi bilenlerdeniz.

Sözünü ettiğimiz bütün değerler artık geniş kitleler tarafından “Mc Donalds kültürü” olarak değerlendiriliyor,

Sadece bir yemek tarzı olarak kabul edilen bu yaşam biçimi artık bütün dünyayı pençesi altına almış bir şekilde ülkelerin kanını emiyor, mamul satılan ülkelerde yeni bir ürün buluşuna zaman içerisinde izin vermiyor ve yıllar içerisinde sadece bir yemek kültürü olarak başlanılan süreç ülkeleri Emperyalist güçlerin kulu kölesi haline getiriyor.

Akşamları tek eğlencemiz olan televizyon kanallarının hangisini açsak ya Amerikan sinema filmlerine yada ABD yapımı televizyon dizilerine denk geliyoruz,

Günlerce birbiri ardına 7/24 devam eden sinema filmleri ile dayatılan “Amerikan Kültürü” artık hayatımızın her anına yön veren bir noktaya kadar geldi.

Yeni nesil Amerikalılar gibi düşünüyor,

onlar gibi konuşuyor,

onlar gibi eğleniyor,

onlar gibi bir hayat tarzı sürüyorlar.

Son dönemlerde artık evlerde akşam yemeğinin yenilmediğini işten yorgun argın eve gelen aile fertlerinin “Akşam yemeğini ya dışarıda yiyelim yada dışarıdan yemek siparişi verelim, yorulmayalım” diye yeni bir metot geliştiriyorlar.

“Bu sarmaldan kurtulmanın yolu varmıdır.?” sorusunun cevabı “Elbette ki var” şeklindedir,

ancak kurtuluşun öyle birkaç yılda olacak durumu  asla söz konusu değildir,

Uzun sayılabilecek bir zaman dilimi içerisinde hayata koyulacak plan ve projeler çerçevesinde atılacak adımlar uygulanacak projeler ile kaybettiğimiz mesafe yeniden kazanılabilir diye düşünüyoruz.

Burada akıllara “Emperyalist güçler bizim büyümemizi, gelişmememizi istemiyorlar” ifadesi gelebilir ki bu ifada zaten yıllar yılı “Şehir Efsanesi” gibi hayatımıza girmiş ve sanki çıkmamak üzere oraya yerleşmiş durumdadır.

ABD’nin dolayısı il Emperyalist güçlerin olmadığı bir dünya elbette ki mümkün,

Ancak bunun için bizi perişan eden hamaset dolu günü kurtarmak adına uygulanan  siyasetten bir an önce vazgeçmek,

Bir türlü dikiş tutmayan Eğitim sisteminin sil baştan yenilenmesi 

ve bizi şu an bulunduğumuz kötü ve zor durumdan alıp dünyaya yön veren ülkeler sınıfına sokacak genç beyinlerin yetişmesine imkan tanıyacak adımların atılmasıdır.

Sonrası Allah Kerim.