Pendik’ten Marmaray'a bindim. İlk bulduğum boşluğa oturmuş ve kitabıma kendimi vermiştim.
Sayfaların arasında kaybolmuştum ki birkaç durak sonra karşıma seksenli yaşlara merdiven dayamış bir bayan oturdu.
Giyimi, oturuşu, hal ve tutumuyla dikkatimi çekti.
Ama bir durak sonra yanına oturan adam daha da ilginçti ve bu çift hayatın yüklediği yük ile omuzları düşmüş, başları eğilmiş, hayatın sırtlarına yüklediği ağır yükü yansıtıyordu.
Yaşlı kadın saçlarını arkadan toplayıp bağlamış olmasına rağmen, saçları hatları belirginleşmiş yüzüne doğru dağılmıştı.
Damar ve kemikleri belli incecik elleri ile kucağındaki çantayı sımsıkı tutuyordu.
Kot pantolonun üstüne basit bir tişört giyinmiş ama ayakkabılarının kalite olduğu belli oluyordu.
Kadından 5-6 yaş küçük olabilecek şekilde görünen, ayakkabıları eski olmasına rağmen pantolonu ve gömleği kaliteli ve uyumlu olan adam ise tam bir deri kemik tabir edilecek şekilde yapıya sahipti.
İki metreye yakın boyu ile ince ve uzun adam gözlerini kısarak devamlı konuşuyordu.
Artık kitabı bırakmış bu ilginç çifte biraz kulak veriyordum.
Adam, başını solundaki bayana doğru eğmiş, acıklı yüz ifadesiyle kadına; hastaneden, doktordan, ilaçtan bahsediyordu.
Cümleleri birbirine karıştığından ne dediğini, neler anlattığını tam anlayamıyordum.
Ellerini dizlerinin üzerinde birleştirerek, ince uzun parmakları ile devamlı oynuyordu.
Kadın, sesini yükseltmeden bazen birkaç kelime ile araya giriyordu.
Adam ise bu durumda hemen kızıyordu. Kızgınlığı cümleler ile oluyor, elleri ve mimiklerinde hiçbir değişiklik olmuyordu.
Biraz sonra tren içerisinde son durak olan Gebze'ye geldiğimiz anons edildi.
Bu ilginç çifti oturdukları yere bırakarak yerimden kalktım ve otobüse yetişmek için merdivenlere yakın kapıya doğru yürüdüm.