Osmanlı ile Rus orduları arasında geçen Kafkas Cephesi muharebesinin en önemli dönüm noktası olan ve 22 Aralık 1914'te başlayıp 15 Ocak 1915'te sona eren Sarıkamış Harekatı'nda çatışma, hastalık ve dondurucu soğuklar ile mücadele ederek şehit düşen askerlerimizi her yıl ocak ayının ilk haftası programlarla anılıyor.
Bu programlardan 2024 yılında yapılana da Gebze Sarıkamış Beyaz Umut Derneği Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz’ın büyük organizesinde katılmak ve 110 yıl önce Sarıkamış'a giden askerlerimizin yaşadıklarını hissetmek bize de nasip oldu.
Sarıkamış’ı bir asker, anılarında şöyle anlatmış:
“Bu yaz, iki alayımızla Yemen’den buraya naklolduk.
Yola koyulmamızdan dört ay sonra buraya ulaştık ki, Arabistan’ın cehennemî sıcağı, Köprüköy’deki ayaz yanında nimeti ilahî imiş.
O gelinceye kadar da yün içlik, çorap ve paltoların verileceğini ve Yemen yazlıklarını atacağımızı müjdeledi."
Onların Sarıkamış yolculuğunun yanında bizim yolculuktaki soğuk ile mücadelemiz(!) ve bizi bekleyen sıcak odamız…
Gece boyunca aldığımız yolda kışın gelinliğini Erzurum' da gördük. Soğuk ve kar ile Aras nehri sağımızda puslu bir havada Sarıkamış'a yaklaşıyoruz.
Tarihi İpek Yolu güzergâhında İlhanlı Hükümdarı Gazan Han'ın Veziri Salduzlu Emir Çoban Noyin tarafından 1298 yılında inşa edilmiş Çobandede Köprüsünü bütün heybetiyle arkamızda bıraktık.
Bizim otobüsten seyrederek gittiğimiz Sarıkamış yolculuğunu 1914'de bir askerimiz anlatıyor:
"Türk askeri, sayıca az ama kış şartlarına hazırlıklı Rusların üzerine imkânsızlıklar içinde yürümeye başladı.
Gündüz başlayan yürüyüşte yumuşayan çarıklar gece donuyor, bir mengene gibi ayakları sıkıyordu.
Adım atmak imkânsız hale gelmişti.
Ayaktan başlayan donma, yavaş yavaş tüm vücuda yayılıyordu.
Askerler olduğu yerde zıplıyor, atlar, kendini karların içine atıyordu. Ruslar ise Sarıkamış'taki sıcak karargâhlarında bekliyorlardı."
Şehitlerimizin çekmiş olduğu zahmete nispeten aracımız bizi Sarıkamış’a ulaştırdı.
20 yıl önceki girişteki tümen komutanlığını aradım ama orası da kapatılmış sadece o güzelim taş binaları boş boş duruyor.
Girişi çok sayıda turistik otel ile dolmuş.
Akşam ki programa kadar boş zamanımızı Anı Harabelerine giderek değerlendirdik.
Ermenistan sınırına kadar geldik. İpek Yolu’nun Anadolu’daki ilk konaklama yeri Anı Örenyerini Türkiye Ermenistan sınırını oluşturan Arpaçay nehri iki parçaya bölmektedir.
Urartular, Sasaniler, Selçuklular gibi medeniyetlerden gelen eserler ayakta durmaya çalışıyor.
Anî harabelerini, harabe halinde bırakarak Kars merkeze geldik.
Kars kalesi ve çevresi gayet mamur hale gelmiş.
Tam bir yaşam meydanı oluşturulmuş.
Kaz evi önünde Kars'ın ünlü âşıklarının da atışmalarına şahit olduk.
Dünkü sisli ve puslu havaya inat ikinci günümüzde pırıl pırıl parlayan bir güneş vardı.
Sarıkamış'ın buz tutmuş caddelerini boydan boya gezdim.
Çorba içecek bir yer aradım.
Küçük salaş bir çorbacı buldum.
Kaşe içerisinde çok güzel ve lezzetli paça geldi.
Büyük halde dilimlenmiş bir de ekmek... Artık sıra çaya gelmişti.
Belediye arkasında iki çay evinden ismi bana hoş geldiği için "Merzifon Çayevi”ne girdim.
Ortada büyükçe bir döküm soba, üzerinde kararmaya başlamış alüminyum güğüm, karşıda eski sapsarı olmuş bir buzdolabı ve üzerinde tüplü bir televizyon, onun üstünde de uydu alıcısı var.
Çay evinin zeminine dışarıdan gelenler kaymasın diye hızar tozu dökülmüş.
Pencere kenarında bir masaya oturdum ve demli çayım geldi.
Çay evinde 10 kadar kare şeklinde küçük eskimiş masalar var.
Her masada da her biri elli yaşın üstünde olan 3 veya 4 kişi oturmuş sohbet ediyor.
Çaycı her masaya çay yetiştirmeye çalışıyor.
Benim boş bardağımı aldı, "İçersen?" dedi.
Başım ile onayladım ve çayım geldi. 3 çay içtim, kalkıyordum.
"Ne kadar?" dedim.
"10 lira ver yeter." dedi.
Parayı verdim ve sordu;
"Hangi köylüysen?" dedi.
"Trabzonluyum."
"Ha! Şehitlere gelmişsen. Sen misafirsen, bir çay da benden içersen?"
Çay geldi. O güzel yürekten gelen çay daha bir lezzetli idi.
Buz kaplı sokaklarda biraz daha gezdim.
Bolca peynir satan dükkâna girdim çıktım.
Eski kaşar, taze kaşar, telli peynir fiyatları hakkında bilgi edindim.
Cadde üzerinde bir çay evi adı "Trabzon Çayevi".
İçeri girdim.
Kan çekti her halde.
Önceki çay evinin 2 katı ama dekorlar aynı.
Çayım geldi.
Ben de sordum;
"Memleket nire?"
"Yerliyem."
"İsim Trabzon?"
"Bütün Karadeniz’den gelenler gelsin diye."
İyi bir pazarlama...
Son gün pazar sabahı Sarıkamış Belediyesi önünden servislere binerek Allahü Ekber Dağlarına tırmandık.
Sarıkamış'ı gören zirveye yakın yere bizi bıraktılar.
15 dakika yürüyerek Türk birliklerinin hareket öncesi toplanma merkezi Sarıçayır mevkiine geldik.
Enver Paşa Sarıkamış'ın ele geçirilmesi ile Rusların teslim olacağını düşünüyordu.
Buraya ulaşan askerlerimiz sevinç içerisinde şükür ediyorlar.
Türk birlikleri de çeşitli kollardan Sarıkamış'a harekâtı başlattı.
Ancak girişte muhkem tepeleri tutan Rus birlikleri şehit sayımızı çoğalıyordu.
110 yıl sonra biz de Sarıçayır mevkiinden on binler elde bayraklar, dilde dualar ile şehitlere anı yürüyüşü yaparak Sarıkamış'a ulaşmaya çalışıyoruz.
10 Km'ye yakın yol üzerinde köylüler sıcak çorba ve çay ile içimizi, ruhumuzu ısıtıyorlar.
Ruslar Sarıkamış'ı ellerinde tutmayı başardılar.
Bizler şehitlerimizin soluduğu havayı soluyarak Sarıkamış'a ulaşmıştık.
Artık bu şehitler diyarına veda etme zamanı gelmişti.
Karlar diyarı, şehitler yatağı, Sarıkamış'ta anma programında her zaman yanımızda olan, bizi ağırlayan ve çok anlamlı vakitler geçirmemizi sağlayan Gebze Sarıkamış Beyaz Umut Derneği başkanı çok değerli dostum Yusuf Ziya Yılmaz'a çok çok teşekkür ederim.