Keşkelerin dünyası

İnsan hayatına dönüp baktığında, geride kalan anıların büyük bir kısmının “keşke”lerle çevrili olduğunu fark ediyor. Söylenmeyen sözler, ertelenen kararlar, zamanında atılmayan adımlar… Hepsi zihnin bir köşesinde duruyor ve yeri geldiğinde sessizce hatırlatıyor kendini.
Keşke zaman geri alınabilseydi diye düşünür insan. Bir anı yeniden yaşamak, bir hatayı düzeltmek ya da bir vedayı geciktirmek için. Ama zaman, insanın bu isteğine karşı hep mesafelidir. Geçip gider ve geride yalnızca düşünme payı bırakır. İşte o payın adı çoğu zaman “keşke” olur.
Keşkelerin bu kadar çoğalmasının altında genellikle korkular yatar. Yanlış yapma korkusu, kaybetme korkusu, yalnız kalma korkusu… Bu korkular insanı beklemeye, ertelemeye ve susmaya iter. Oysa bekledikçe mesafeler artar, susuldukça bağlar zayıflar. Bir gün dönüp bakıldığında, aslında kaybedilenin zaman değil, cesaret olduğu anlaşılır.
Bazı keşkeler bir insana yöneliktir. Zamanında değer verilmeyen, geç fark edilen ya da yanlış anlaşılan biri için söylenir. Bazıları ise insanın kendi hayatına dairdir. Yanlış bir yolda fazla oyalanmak, doğru kapıyı çalmaya cesaret edememek ya da başkalarına yetişmeye çalışırken kendini ihmal etmek gibi.
İnsan, çoğu zaman herkese yetmeye çalışırken kendine geç kalır. Bu gecikme fark edildiğinde ise keşkeler ağırlaşmaya başlar. Ne tamamen unutulabilirler ne de geri alınabilirler. Sadece taşınırlar. Zamanla bir sızıya, bazen de sessiz bir kabullenişe dönüşürler.
Yine de keşkelerin tamamen karanlık olduğunu söylemek haksızlık olur. Çünkü her “keşke”, aynı zamanda bir fark ediştir. İnsan neyi eksik bıraktığını, nerede yanlış yaptığını bu sayede anlar. Eğer bu farkındalık doğru okunabilirse, keşkeler bir yük olmaktan çıkıp bir derse dönüşebilir.
Belki de asıl mesele, keşkelerin olmadığı bir hayat yaşamak değil; onlardan kaçmak yerine onları anlamaya çalışmaktır. Çünkü insan, her şeye rağmen umut etmeyi bırakmadığında ve öğrendiklerini yanında taşıdığında, yoluna daha sağlam adımlarla devam edebilir.