Kör olmak, yalnızca gözlerin görmemesi değildir. Asıl körlük, kalbin kararmasıyla başlar. Göz açık olsa da gönül kapalıysa, ne ışık fayda eder insana ne de gün doğumu… İnsan bazen bakar ama göremez, duyar ama anlamaz. Çünkü görmek, sadece bakmakla değil; hissetmekle, anlamaya çalışmakla mümkündür.
Nice gözleri gören insanlar vardır ki, adaletsizliğe sessiz, acıya duyarsız, aşka yabancıdır. Oysa gerçek bir görme, bir çocuğun ağlayışında merhameti, bir annenin bakışında sevgiyi, bir dostun sessizliğinde çığlığı fark edebilmektir.
Kör olmak bazen bir nimettir de… Dünya denen bu sahte oyunda, her gerçeği görmemek bir lütuftur. Çünkü bazı gerçekler, gözün değil yüreğin taşıyamayacağı kadar ağırdır. Gözler görse de vicdan sağırsa, o da körlüktür. En tehlikelisi de budur: Vicdan körlüğü…
Ve bazen insanlar, kalbini bile bile kör eder. Görmek işine gelmez çünkü hakikat rahatsız edicidir. Ama unutulmamalıdır ki; hakikat görülmese de vardır, hissedilmese de yaşanır.
Gözleri kapalı biri, karanlıkta yürümeye alışır. Ama kalbi kör olan, aydınlıkta bile kaybolur. İşte asıl mesele burada başlar… Çünkü karanlık gözde değil, gönüldedir.
Ve ne acıdır ki, en çok da sevdiklerimiz karşısında kör oluruz. Bize değer vermeyeni yüceltir, bir tebessümü bile esirgeyeni bekler, bizi unutanın hatıralarında yaşamaya çalışırız. Göz göre göre terk edilişi sevdayla süsler, sustukça çoğalan acıyı gururla bastırırız.
Kör oluruz... Belki sevdiğimiz için, belki alıştığımız için, belki de vazgeçmeyi bilmediğimiz için.
Ama unutma ey gönül:
Bir gün gözlerin değil, kalbin görmeye başlarsa...
Gerçekleri inkâr edemezsin.
Ve o zaman en çok kendine kırılırsın.
Çünkü en derin körlük, kendi gözyaşına bile kör olmaktır.
Göremem gözümle gerçek yüzleri,
Kandırır beni sahte gülüşleri.
Meğer kalbimmiş kör olan hep önce,
Sevdayı sanmışım acı izleri.