Bazı gönüller vardır ki; susar, anlatmaz, içine ağlar… Ne bir kelimeyle kendini ifade eder, ne de bir gözyaşıyla feryat eder. Sessizliğinde saklıdır en büyük çığlıkları. İşte onlardır, mahzun gönüller...
Hayatın yükünü omuzlarında taşıyan, her gülüşün ardına bir hüzün gizleyen bu gönüller; görünürde dimdik durur ama içten içe yıkılmıştır. Ne sevdiklerinden tam olarak ilgi görebilirler, ne de acılarını tam olarak anlatabilirler. Çünkü bilirler ki, her yürek aynı dili anlamaz.
Mahzun gönüller çoğu zaman fedakârdır. Kendi kırıklarını onarmadan başkalarının yarasına merhem olmaya çalışırlar. Bir tebessümün ardına dertlerini saklar, bir vedanın içinde yılların acısını taşırlar. Onlar için gece biraz daha uzun, sessizlik biraz daha derindir. Yalnızlığın dost, hatıraların ise yara olduğu bu gönüllerde, zaman bazen durur gibi olur. Bekleyişler uzar, umutlar yavaşça tükenir. Ama yine de vazgeçmezler. Çünkü inanırlar; sabırla taş bile delinir, dua ile en kapalı kapılar açılır.
Ve mahzun gönüller, hayata küsmeden yaşamanın adıdır aslında… Her şeye rağmen, yıkılmayan bir inanç taşırlar içlerinde. Kalpleri kırılmış olsa da insanlığa olan sevgilerinden vazgeçmezler. Çünkü onların mahzunluğu bir sitem değil, bir suskunluk; bir kırgınlık değil, bir vakardır.
Kimi zaman bir cam kenarında uzaklara dalmış bir bakışta görürsünüz onları, kimi zaman kalabalıklar içinde kaybolmuş bir yalnızlıkta. İçten içe konuşur, içten içe severler. Ve o sevdaları öyle derindir ki, bir gün anlayan olursa, bir ömre bedel olur o gönlün sessizliği.
Belki de en çok dualarında gizlidir mahzun gönüllerin sesi… Kimseye anlatamadıklarını Rabb’ine döker, kimsenin görmediği gözyaşlarını secdelerde bırakırlar. Ve her şeye rağmen, hâlâ affedebilmenin, hâlâ güzel görebilmenin zarafetini taşırlar.
Çünkü bir mahzun gönül, bazen koca bir dünyanın vicdanıdır..