Önseçim mi, Merkez Yoklaması mı?

Genel seçim tarihinin yaklaştığı şu günlerde herkes Altılı Masa’nın Cumhurbaşkanı adayına odaklanmış vaziyette. Gün sekmiyor ki Altılı Masa’nın adayı kim olacak sorusu TV’lerde tartışılıyor olmasın.

Ancak her ne kadar cumhurbaşkanlığı seçimi kadar merak uyandırmasa da genel seçimlerde illerimizden meclise göndereceğimiz milletvekillerimiz ve bu milletvekillerinin mensubu olduğu partilerden aday adaylığı süreci var.

Bu konuda diğer partilerden önce İYİ Parti yurt genelinde bütün il ve ilçe teşkilatlarında kongre kararı alarak genel seçim sürecini başlatmış bulunuyor. Milletvekili olma hayali olan il ve ilçe başkanları bu kongrelerde aday olmuyorlar ki adaylık için istifa ettiklerinde yerleri boş kalmasın.

Şu da açık seçik belli oluyor ki tekrar il başkanlıklarına aday olmayan eski başkanların büyük çoğunluğu potansiyel birer milletvekili aday adayı.

Yalnız milletvekilliği seçimi konusunda zihnimi sürekli kurcalayan bir mesele var ki onu sizlerle paylaşmak isterim. Biliyorsunuz ki, milletvekili adayları bulundukları illerden iki türlü seçilirler. Birincisi Merkez yoklaması usulü, ikincisi önseçim usulü.

Yakın çevremde kendimce bir kamuoyu araştırması yaptım. İlk etapta büyük çoğunluğun tercihi önseçim yoluyla aday belirlensin çıktı. Yani herkes demokratik usullerle adaylarını belirlemek istiyordu. Genel merkez atamalarına şiddetle karşı çıkılıyordu.

Sonra önseçim isteyen bazı kişilerle olayın detayını konuştum(5N-1K): “Farz edelim şu partinin il başkanı milletvekili adayı. Bulunduğu ilde iki, üç dönem il başkanlığı yaptı. Herkesçe az-çok tanınıyor, partili delegelerin büyük oranda oyunu da alır. Ama hiçbir özelliği olmayan birisi, yarın seçilip meclise gittiğinde bu kişi mecliste ne yapacak?”

Anladım ki işin o yanını düşünen kimse yoktu. Vatandaş, sadece il ve ilçe başkanı olarak tanıdığı, belki bir çayını içtiği veya herhangi bir resmi dairede işine yardımcı olan bir vekil adayına oy verecek. Ayrıca her şeyden önce milletvekilliğine aday olmak isteyen kişinin öncelikle kendisine sorması gereken soru sizce de şu olması gerekmez mi: “Ben seçilip meclise gittiğimde ne yapacağım, memleketin hangi problemine parmak basabilirim, şayet bakan olursam bu bakanlığı lâyıkıyla yapabilir miyim?

Evet, demokrasi birçok yönüyle güzel bir rejim ama hatalı yönleri de yok değil. Rahmetli Ergun Göze’nin bir değimiyle: Afrika’nın falanca yamyam kabilesine demokrasi getirecek olsanız değişen hiç bir şey olmayacaktır, sadece kabilenin ismi insan yiyen demokratik yamyam kabilesi olacaktır.”

Demokrasi gerçekten çok güzel bir rejim olsaydı, bugünkü iktidarın bunca yanlışlarına(Ekonomi, hukuk, Milli Eğitim ve dış politika) rağmen 20 yıl bu ülkenin başında kalabilir miydi? Veya mensubu olduğu tabanın inanç ve fikri eğilimine güvenerek Cumhurbaşkanı her sıkıştığında demokles’in kılıcı gibi her konuda referandumu muhalefetin tepesinde sallandırabilir miydi?

Bir de oyuncu ve manken Aysun Kayacı’nın bir tarihte söylediği söz vardı: “Ben demokrasiyi de sorguluyorum vergi veriyorum niye vergisini vermeyen dağdaki çobanla' benim oyum eşit mesela, niye? Benden tabi ki de 10 kat fazla araştıran insanlar da var. Vergi veriyorum ben hiç vergisini vermeyen biriyle oyum neden eşit? Vergimin nereye gittiğini nasıl kullanıldığını öğrenme ihtiyacı duyuyorum. Ben sadece bunu sorguluyorum.” Belki katılmayacaksınız ama bence haklı. Bırakın oyuncuyu, mankeni ordinaryüs Profesör olsanız demokrasi sayesinde herkesin oyu aynı derecede sayılıyor.

Ama Merkez Yoklaması sisteminde, Parti Genel Başkanı, MYK Üyeleri bütün vilayetleri tek tek ele alıp oralardaki parti üyelerinden liyakat ve öngörü sahibi kişileri tespit edip milletvekili adayı yapmaları daha uygun düşer kanaatimce.

Bu fikrime katılmayanlar mutlaka olacaktır ve faklı düşünme fikrine sahiptirler, ben de kendi fikrime inanma hakkına sahibim.

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Sağlıklı kalın.