Pişmanlık arası tahammülsüzlük..

Kendimizi bildik bileli yazı yazıyoruz, Tarihini bile hatırlamadığımız zamanlardan beri hergün yazıyoruz, Bir ara yurt genelinde yayın yapan gazetelerde yazdık, siyasetin zor zamanlarında hiç aksatmadan televizyon programları yaptık,.

Medya bünyesindeki bu faaliyetlerimiziden hoşlananlar oldu, hoşlanmayanlar oldu, hoşlananlar teşekkürlerini iletti, hoşlanmayanlar bizi mahkemeye verdi, durduk yerde uzun dönemler adliye koridorlarında dolaştık durduk.

Geçtiğimiz hafta İstanbul'da yaşayan ve tüm Türkiye'nin yakından tanıdığı meşhur bir işadamı aradı "Yüksel Kardeşim yazıların çok hoşuma gidiyor, Yurt genelinde yayınlanan tirajı fazla bir gazetede yazmak ve aynı yayın grubundaki bir televziyonda program yapmak istermisin, eğer EVET dersen hemen gerekli işlemleri yapalım" der demez kendisine " Bundan 10 yıl lsa anında EVET derdim ancak Ulusal medyada olup bitenleri görüyoruz, o yüzden ne gazetede yazarız nede televizyon programı yaparız, Olup bitenlere bakınca zaten büyük bir pişmanlık duyuyoruz, daah da önemlisi bu olumsuzluklara artık tahammülümüz kalmadı" dedik ve muhatabımzıa teşekkür ettik.

Yazımızın giriş kısmından da anlaşılacağı gibi herkes gibi bizim yaşantımızda da belli pişmanlıklar var, O günlerin koşuştırmacsaı içerisinde "hem bize faydası olur hem de topluma doğru yorumlar dolayısı ile yardımcı oluruz" diye düşündüğümüz ne varsa sonrasında olağanüstü pişmanlıklar yaşadığımızı biliyoruz.

Kabul etmek gerekiyor ki insanımız şu sıralar karşı karşıya kaldıkları ve daha da kötüsü çözemedikleri problemler dolayısı ile olabildiğince sinirli, olabildiğince agresif, Tabi böylesi anlar yine insanoğlunun “Ağzından çıkanı kulağının duymadığı zamanlar” olarak tarif edildiğinden söylenen onca olumsuz ifadeler sonra bir müddet sakinleşip aklı selim bir şekilde düşünmeye,düşündükçe de “Yanlış ifadeler kullanmışım, şu üç günlük dünyada boşuna kalp kırdım, söylediklerimden sonuna kadar pişmanım, keşke biraz daha dikkatli olsaydım” diye yakınıp duruyorlar.

Hafta içinde uzunca bir süredir görüşemediğimiz ve çay içebilmek adına bir araya geldiğimiz dostumuzun “selam-kelam” faslından sonra aslında son derece rahat bir hayatı olmasına ve herhangi bir sıkıntı çekmemesine rağmen sürekli “Keşke şu işi de yapabilseydim, keşke başladığım falanca işi yarıda bırakmasa idim” şeklindeki şikayetlerini dinleyince işin doğrusu bizi de bir karamsarlık aldı ki sormayın gitsin.

Arkadaşımızın bütün rahatlığına rağmen yaptıklarından yada yapamadıklarından dolayı ortaya koyduğu pişmanlıkların pek çoğunun hemen hepimizin hayatında bir şekilde uzun yada kısa zaman dilimleri ile misafir olduğunu fark edince “Pişmanlık” denilen hadisenin aslında insanın gölgesi gibi kendisini takip ettiğini anlamış olduk.

Bir düşünür “Pişmanlık” ile ilgili düşüncelerini “Bazı insanlar sürekli kaygı çeker. Geçmişte yaptıkları hatalar üzerinde tekrar tekrar düşünerek üzülür, kendilerine eziyet, hatta işkence çektirirler. Peki böyle kaygı çekmek sorunları çözer mi? Elbette hayır. Sallanan sandalyede oturan birinin, ileriye doğru gitmek için saatlerce çabaladığını düşünün. Sarf ettiği tüm çabaya rağmen bir adım bile ilerlemesi mümkün değildir. Benzer şekilde, endişe duymak yerine harekete geçip olumlu yönde adımlar atarsak iyi sonuçlar elde ederiz.Yanlış bir adım atmamızın ardındaki nedeni tespit ederek aynı hatayı tekrar etmekten kaçınabiliriz. Bazen de hatalarımızın sonuçlarına katlanarak yaşamaya devam etmeliyiz. Ancak geçmiş hakkında kaygı çekmek hiçbir zaman yarar sağlamaz, bu sadece bizi yaratana sunduğumuz hizmetin kalitesini düşürür.”şeklinde dile getiriyor.

Bizim gibi ellili yaşları çoktan geride bırakmış bırakırken de geçmişin muhasebesini düne göre daha fazla yapmak zorunda kalan bir nesil için hayatında meydana gelen olumsuzlukları “pişmanlık” hanesine daha fazla yazmak gibi bir durum ile karşı karşıya kaldığından yapılan muhasebenin de normalden daha fazla sürdüğü söylenilebilir.

Düşünürün pişmanlık ile ilgili “ Sallanan sandalyede oturan birinin ileriye doğru gitmek için saatlerce çabaladığını düşünün” şeklindeki fikri bize daha çok Askerlik hizmetinde “Uygun adım marş yada yerinde say marş” kuralını hatırlatır, Aslında insan her iki halde de hareket halindedir ancak birisinde olduğu yerde hareketlenir, diğerinde uzaklara gider.

Gideceğimiz yerin geldiğimiz yere doğru daha yakın olduğu şu günlerde , kime sorarsanız sorun nerede ise tamamının ortak pişmanlığı “boşa geçen insanlar ile boşa geçen zamandır” kaybedilen paranın, servetin bir gün tekrar kazanılacağı ancak her ne şekilde olursa olsun geçen zamanın bir daha geri gelmeyeceği gerçeğini kavrayınca paranın pulun hiçbir önemi olmadığı da kolayca  anlaşılacaktır.

Jim Carrey ‘in hepimizin ruhunu okşayan "Tanrım, bir gün bütün insanlara istedikleri kadar para ver ki, asıl ihtiyaçlarının o olmadığını anlayabilsinler” şeklindeki ifadesi de tek ihtiyacımızın zaman olduğunu, Zamanı boşa geçirmenin de en büyük pişmanlık olduğuna çok iyi örnektir.

Zamanında siyaseti sevdiği halde başarılı olamayan birisi olarak Ankara’da yada bir şehrin ilçesinde değil de tam merkezinde ikamet etmediğimiz için pişmanlığımız var, Siyasette hep kavga ettiğimiz ve kavga ile netice alacağımıza inandığımız için pişmanlığımız var.

Bir ara bağlama çalmaya merak sarmıştık, hatta uzun sayılabilecek bir süre bizimde yakınımız olan bağlama üstadı bir arkadaşımızdan ders aldığımızı ancak günün koşuşturmacası içerisinde bağlamaya yeterli zaman ayıramadığımızdan bağlama çalamamakla ilgili pişmanlığımız var.

Lise bittiğinde çok istediğimiz ve üniversite puanımızın yetmesine rağmen Konservatuara kayıt yaptırmadığımız ile ilgili pişmanlığımız var.

Son dönemlerde siyaset yazılarının artık eskisi kadar ilgimizin çekmediğini anladık, Bunun yerine daha çok gezi ve yemek ile ilgili yazılara daha çok zaman ayırmamız gerektiğine inandığımızdan siyaset yazılarına yıllar yılı bu kadar fazla zaman ayırmak ile ilgili pişmanlıklarımız var.

Şu an hayatta olmayan babamıza ve annemize sağlıklarında fazla zaman ayıramadığımızın artık iyiden iyiye farkına varmış bulunmaktayız, onlara yeteri kadar zaman ayıramadığımız ve ilgilenemediğimiz ile ilgili müthiş bir pişmanlık içerisindeyiz.

Uzun sayılabilecek bir zaman dilimi içerisinde siyaset arenasında boğuştuk, dostluk dahil her şeyin sahte ve yapmacık olduğu siyaset sahnesinde bu kadar riyakarlığı göre göre neden bırakıp gitmediğimiz ve bizi sevmeyen bizimde sevmediğimiz bir sürü maskeli riyakar ile neden bu kadar fazla bir arada kaldığımız ile ilgili pişmanlığımız var.

Elimizde fırsat varken dünyanın pek çok ülkesini dolaşamamak adına pişmanlığımız var, Bambaşka kültürlerin, değişik yemeklerin bulunduğu ülkelere belirttiğimiz gibi fırsat varken gidememek adına bugün bile pişmanlığımızın olduğunu söylememiz lazım.

Belki biraz daha dikkat etsek sağlığımız ile ilgili daha radikal kararlar alsak, vücudumuzu yıpratmasak hayata bakışımız biraz daha değişebilirdi, Sürekli koşuşturmaktan dolayı da pişmanlık içerisindeyiz.

Yakın çevremizdeki insanların ihtiyaçlarını karşılayalım derken kendi hayatımızı kaçırdığımızı, daha açık bir ifade ile hayatımızı başkaları için tüketmek adına pişmanlıklarımız var.

Neticede yaşadıklarımız yaşayamadıklarımız, yapmak istediklerimiz...

Cesaret,

hırs,

dürüstlük,

değerlerim

ve sonuca giden son mutluluk yada hüzün..

Her hüzün bir son gibi gözükse de, değildir aslında.

Her yeni başlangıcın temelidir.

Saplanıp kalmamak gerekir. “Ah şurada cesaretim olsa idi, ah şurada biraz daha hırs gösterse idim, ah şurada dürüst olsa idim, keşke biraz daha değer verse idim yada değerli olduğunu hissettirse idim, ahlar, vahlar, keşkeler bir dize halinde geldiği gibi devam edecek ve gidecek...”

Bronnie Ware "Ölmeden önce pişman olduğumuz 5 şey" isimli kitabında pişmanlıkları sıralamış,

"Cesur Olun,

Hırsınıza yenilmeyin,

Dürüst Olun,

Kendinize ve çevrenize değer verin,

Mutluluğu kovalayın".

Bu aşamadan sonra yapabilirmiyiz.?,

Çok zor....