Rahat yaşama hayali için Trabzon’u öldürmeye gerek yok.

Hafta sonu Trabzon’daydım. Yaklaşık 30 yıldan sonra ilin içini ve çevre ilçelerini yeniden gördüm.

Bunca geçen yılın ardından sevindiğim gelişmeler de var ama çok üzüldüğüm şeylerde.

Karadeniz’in hırçın coğrafyası, kadim tarihi ve zeki ama sinirli insanları ile yeniden buluştum ve hasret giderdim.

Benim gençliğimde gördüğüm Trabzon’un mahalleleri odun ateşinin tütsüsü, mısır ekşiliği ve kara lahana çorbası kokardı.

Rutubetli duvarlarda inadına açan kır çiçekleri, yosunlar arasında utangaç kertenkeleler, hamsiden karnı doymuş miskin kediler, tepemizde denize doğru uçan uzun gagalı deniz kuşları, sahile indikçe serenderli evlerin balkonlarında asılmış mısır koçanlarının rüzgarla oynaşmasının sesi duyulurdu.

Sanki her mahallenin amacı denize uzanmak gibiydi. Sonuna kadar yürürseniz her mahalleni şose taşı döşeli yolları sizi deniz kıyısına götürür, kıyıda kenara bağlanmış boyası dökülmüş sandallar, bordoları bordo mavi boyalı takalar, ağızlarında hiç düşmeyen sigaraları ile tayfalar ve çalkantılı hırçın bir deniz görürdünüz.

Eğer denize değil de yukarılara çıkarsanız başka bir dünya için yola çıkardınız.

Dar patikalar, yemyeşil ağaçlar, sisli tepeler, yanı başınızdan gürültü ile akan dereler karşılardı sizi. Çiğli yamaçlarından göremeseniz de Trabzon’u bilirdiniz oradadır.

Patika yollarında ağaçlara sarılmış deli sarmaşıklar, ıslak toprak kokusu, yerdeki yosunların kayganlığı ile yürürseniz sizi ansızın bir serender ve alt katına bağlanmış çoban köpeğinin tehditli havlaması ile karşılardı.

Sert yüzlü kadınlar ya da adamların emirleri ile susardı köpek, kısa süreli bu sakinlik ile yürürdünüz yeniden.

O daracık yollar küçük düzlüklere ulaşır, yalaklı köy çeşmeleri, ahşap alçak minareli camileri, serenderlerin avlularında oynayan çocuklar, bacalardan savrulan odun ateşi, pişirilen yemeğin yağmur ile rutubetlenmiş kokusunu duyardınız. Gençliğimin Trabzonu, Karadeniz’i işte tam böyleydi.

Hafta sonu gezdiğim Trabzon benim tanıdığım değildi sanki.

Rutubetli ama kadim dostlukla yaşayan sokaklar çürümüş ve unutulmuş. Mahalleler boşalmış.

Tepelerde büyük çok katlı siteler tarihten kopuk, Trabzon’a yabancı binalar. Denize ulaşılan mahallelerin sonundaki kayıklar, takalar gitmişler yalnız kalan binaların sessizliği martıları bile susmuştu.

Tepelere taşınan ve çok katlılara hapsolanlar, şehir merkezinin eski sokaklarını da değiştirmiş, küçük esnaf lokantaları, kahvehanelerin yerini kafeler, büyük ama tatsız restoranlar almış.

Hamsinin ya da diğer Karadeniz balıklarının iddiasız yalın pişirildiği ama lezzetinden mest olduğunuz balıkçı dükkanlarının yerini Arapça tabelalı Arap yemekleri pişiren zevksiz dükkanlar işgal etmiş.

Sütlaçın, Trabzon tatlısının yerini künefe, fasülye, kavurmanın yerini Pakistan ve Arap lezzetleri almış. Bu dükkanların bir kısmı da bu değişik milletlerin vatandaşları eline geçmiş. Trabzonlular tepelere sıkışmış.

Patika yolların, serenderli evlerin önündeki küçük avlular artık yok, patikaların yerini ağacı keserek açılmış asfalt yollar almış.

Tüneller, viyadükler, hafriyatlar, toprak kaymaları Karadeniz’in ağaçlarını küstürmüş, gürültü ile akan dereler artık önüne kurulmuş barajlardan ne kadar su bırakılırsa o kadar akıyor.

Trabzon’da masalara sürahi ile getirilen su yok artık. Karadeniz’de suyu pet şişelerden içiyorsunuz. Ekmeğin tadı yok, mısırın tadı yok, yaşamanın tadı bozulmuş yani.

Coğrafyasında yüzlerce yıldır yaşayan kadim insanlar belki biraz daha rahat yaşayacaklarını düşünerek coğrafyayı değiştirmiş ama o coğrafya ya esir olmuşlar.

Ağacı, Trabzon’un mahallelerini, hamsinin lezzetini, tereyağının sarılığını hayatın huzurunu kaybetmişler.

Gürültülü caddeler, tabiat ile uyumsuz evler, yeşilin bağrında hançer ile açılmış büyük binalar, daha mutlu etmemiş etmeyecek de.

Artık anlayıp tabiatı daha bozmadan durmak gerekiyor.

Buna da Trabzon’dan başlamak gerekiyor.

#amp-auto-ads