Yalan…
İnsanın içini kemiren, kalpleri çürüten sessiz bir zehir.
Başta tatlı gelir, sonra vicdanı yakar.
Bir kere söylendi mi, bir ömür sürer izi.
Yalancının mumu, derler, yalnızca yatsıya kadar yanar.
Doğrudur… Çünkü yalanın ışığı sahte bir parıltıdır.
Bir anlığına aydınlatır, ama sonra karanlığı daha da derin yapar.
Birini kandırmak kolaydır belki, ama kendi vicdanını susturmak asla.
Bir gün gelir, o yalanın gölgesi döner dolaşır, sahibinin kapısına dayanır.
Ne yüz kalır, ne söz…
Gerçek çıkar ortaya, maskeler düşer, mum söner.
Doğruluk bazen acıdır, bazen yalnız bırakır insanı…
Ama en azından içi rahattır.
Yalancıysa hep diken üstünde yaşar,
her sözünde bir korku, her bakışta bir tedirginlik gizlidir.
Yalanla örülmüş bir dünya,
ilk rüzgârda yıkılan kartondan bir ev gibidir.
Ne kadar süslenirse süslensin, temeli çürüktür.
Gerçek ise ağırdır.
Taşır insanı ya da ezer, ama asla kandırmaz.
Yalanın verdiği sahte huzura karşı, gerçeğin sessiz ama sağlam bir gücü vardır.
Bir ömür dürüst yaşamak, bir anlık yalandan daha değerlidir.
Çünkü gerçek; gecenin en karanlık anında bile kendi ışığını yakar.
Unutma…
Gerçeğin gecikmesi, kaybolduğu anlamına gelmez.
O sadece doğru zamanı bekler.
Ama yalan, sahibini hemen ele verir.
Tıpkı o meşhur sözdeki gibi:
“Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.”
Sonrası karanlık, sonrası pişmanlıktır…