Yamalı Pantolon, Pençeli Ayakkabı,Yırtık Çorap..

Geçtiğimiz hafta bir toplantıya katılabilmek için hangi elbiseyi giyelim, giyeceğimiz elbiseye ne renk gömlek uyar, daha da önemlisi böyle bir kıyafetin altına nasıl bir ayakkabı giymeliyiz ki uyum sağlasın diye ayakkabı kutularını açtık ki, yılar önce aldığımız ancak daha kutusundan bile çıkaramadığımız ayakkabılar var.

Ayakkabılarımızı saydık, elbiselerimizi saydık, kullandığımız diğer giyim-kuşam malzemelerini sıraladıktan sonra farkına vardı ki gerçekten kullandığımız mamuller bir insan için gerçekten fazla, Ancak elbiseler ile birlikte ayakkabılarında eskidikçe insanın işine daha fazla yaradığı gerçeğini de çok iyi bildiğimizden “en azından bundan sonra elbise yada ayakkabı almayalım mevcutları kullanalım” fikrinde karar kıldık.

Elbise ve ayakkabı dolabının içerisindeki bu kadar fazla kargaşayı ve fazlalığı görünce bir anda bundan en az 40-50 yıl öncesine gittik, o an elimiz arka tarafta duran koltuğa gitti, koltuğu çekip oturduk, belki yarım saatten daha fazla gözlerimizi kapatıp annemizin babamızın sağ olduğu, yoksul ancak bir o kadarda keyifli günlerimize geri döndük.

Biz yedi çocuklu bir ailenin üçüncü ferdi olarak hayat sürdük, Dolayısı ile bize yada bizden büyük abimize alınan bir pantolonun, ayakkabın, gömleğin, ceketin özellikle de çorabın eskimesi diye bir durum söz konusu olmazdı, zira en büyük çocuğa sağlam bir şekilde alınan çorabın yırtılan her bölgesine yama üzerine yama yapılır, çorap en küçük kardeşe geldiğinde zaten paramparça olmuş, kullanılamaz bir şekilde evimizden ayrılmak zorunda kalırdı.

Bizim çocukluk ve gençliğimizde ayakkabılar eskimezdi... Çok iyi kullandığımızdan değil.. Bir de top oynardık onlarla üstelik.. Deri kalkınca da, top oynadığımız ortaya çıkardı. Babadan, anneden bir ton fırça  fırça.. Oysa bugün analar, babalar çocukları top oynasın diye yırtınıyor.

Ayakkabılarımızla ilgili Pençe denen bir tamirat vardı.. Pabucun altı delindi mi, pençeye giderdi.. Tabanı kaldırdın mı, yeni eklenen köselenin çizgisi görünür, sen de karizmayı çizdirirdin, kızlara..

Eski ayakkabı giyen fakir olarak.. Biraz paran varsa, pahalı pençe yaptırırdın.. Gizli pençe adı.. O zaman ayakkabının eski olduğunu ancak uzman anlardı..

Şimdilerde olduğu gibi çocuklara nerede ise her hafta ayakkabı alınacak para olmadığından bir şekilde ve daha çok bayram önlerinde alınabilen ayakkabılar sabah olduğunda bayramda giyileceği için çoğu zaman yatacağımız yatağın başucunda misafir edilir ve kimselere emanet edilemezdi.

Ya pantolonlar…

Birbirine yaş olarak son derece yakın beş erkek çocuk, Çoğu zaman pazardan alınan pantolonların özellikle dizleri yerlerde yuvarlanmaktan paramparça olacak duruma geldiğinde rahmetli annem yama üzerine yama yapar, boyumuzun uzaması dolayısı ile epey kısaldığı görülen yama üzerine yama atılmış pantolonlarımızda bizden daha küçük kardeşlerimizin hizmetine sunulurdu.

Çoraplar ile ilgili durum ise bambaşka bir görüntü arz ediyordu, Her sabah okula gidilmeden önce annemiz tarafından geceden tertemiz yıkanmış ve çoğu zaman soba borularının etrafına kurutulması için bırakılmış temiz çorapların delinen parmak uçlarından başlayan dikim işlemleri, günler içersinde tabana kadar gelir, bir bakarsınız dilimize pelesenk olan “Kırk yama” pozisyonuna kadar dayanırdı.

O dönemlerden akılarda kalan “Elbiselerimiz eskimiyor “ifadesi yada “Giysilerin üzerinde paralansın” söylemi varlıktan daha çok yokluk için kullanılıyordu, zira hiç kimsenin her gün değiştirecek ne elbisesi vardı, ne ayakkabısı nede çorabı.

Rahmetli annemizin bize bir gün bile “kirli elbise-kirli çorap” giydirdiğine şahit olmadık, ancak yamalı elbise-pençeli ayakkabı, yamalı çorap giydiğimizi de asla inkar edecek değiliz zira o günlerin Türkiye’sinde aşağı yukarı herkesin hayat standardı da bizim gibiydi.

Şimdilerde evlerde artık fazla nüfus yok, Anne-babalar “gerekli bakımı yapamayız” diye çocuk yapmaktan korkuyorlar, daha da acısı  eğitim hayatına başlayan erkek yada kız çocuğu ilk okul-ortaokul-lise-üniversite-yüksek Lisans-doktora derken zaten ortalama ancak otuzlu yaşlarda evlenme imkanı buluyorlar ki ondan sonra çocuk yapmakta büyütmekte herkese yük olarak kabul ediliyor.

Bizim anlatmaya çalıştığımız “Yırtık Çorap, Yamalı Pantolon, Pençeli ayakkabı” meselesi bugünün insanı için “saçma sapan” gelebilir, anlatmaya çalışsak ta genç nesil “hadi ya olurmu böyle bir hayat” diye dalga da geçebilir, ancak bizim yaşımızda olanların nerede ise bir tamamı hayatının epey bir kısmında yamalı çorap giymişlerdir.

Biz kendimizi bildik bileli çalışıyoruz, 2007 yılında emekli olduk, ekonomik olarak fazla bir sıkıntımız olmamasına rağmen eskisinden daha çok çalışıyoruz boş durmamaya, topluma karınca kararınca katkı sunmaya çalışıyoruz, çalışmanın insanı sağlıklı yapacağına,dinç  tutacağına da olan inancımızı da asla unutmuyoruz.

Geldiğimiz noktayı, hayata tutunmak adına küçük yaşlardan itibaren verdiğimiz mücadeleyi, zor şartlar altındaki günlerimizi asla ama asla unutmayacağız, elimizden geldiği kadarda yayın yolu ile dünümüzü bugünümüzü gelecek nesillere aktarmanın mücadelesi içerisinde olacağız.

Bizim gibi yaşı yarım asrı çoktan geçmiş orta yaş grubu için aslında yaşadıklarımız Türkiye’nin dün ile bugün arasında aldığı mesafenin anlaşılması açısından da çok önemlidir, bizlerde tarihin canlı tanığı olarak geçmiş ile gelecek arasında köprü olmaya şimdiki jenerasyonun da geçmişi daha iyi anlamasına vesile olmaya çalışacağız.

Hedefimiz hep ileriye daha günlere olacak ancak geçmişimizi de unutmayacağız,yamalı pantolonumuzu da, pençeli ayakkabılarımızı da.

Zira biz biliyoruz ki Unutmak, tükenmektir.