Yolumuz uzun…
Dikenli, taşlı, bazen sessiz, bazen fırtınalı.
Her adımında bir umut, her durağında bir sızı gizli.
Kimimiz aceleyle koşar, kimimiz yorgun düşüp bir ağacın gölgesine sığınır.
Ama biliriz ki; bu yol sadece varmak için değil, anlamak içindir.
Yolumuz uzun…
Belki de bu yüzden sabırla yürümek gerek.
Zira acele eden manzarayı kaçırır;
sabreden, yolun gizli güzelliklerini görür.
Bir bakarsın, karşına çıkan yokuş seni yıldırır;
ama o yokuşun sonunda nefesinle birlikte yüreğin de büyür.
Yolumuz uzun, “Nasıl varalım?” demeyesin…
Yüreğinde inanç, gözlerinde umut olsun.
Bir lokma ekmek, bir damla sevgi yeter bazen.
Çünkü yollar, yorgun bedenleri değil,
yıkılmayan gönülleri taşır menziline.
Kimi yollar insanı sevdiklerine kavuşturur,
kimi yollar ise bir daha dönmemek üzere ayırır.
Ama her yol bir iz bırakır ardında —
ve o izler bize kim olduğumuzu anlatır.
Yolumuz uzun…
Ama unutma; her gecenin sonunda bir sabah,
her fırtınanın ardından bir sessizlik,
her yalnızlığın ardından bir dost sesi vardır.
Yeter ki yürümekten vazgeçme,
yeter ki yüreğini yolda bırakma.
Çünkü yolun sonu değil,
yolda kim olduğun önemlidir.
Bu yol, gönül yoludur aslında…
Ne harita tanır, ne yön bilir.
Bir gün bir sevdaya düşersin,
ertesi gün bir vefasızlığa.
Kader bazen gülümser, bazen taş gibi oturur göğsüne.
Ama ne olursa olsun, yürümek mecburiyetindesin.
Gecenin koynunda bir türkü yanar:
“Yar gitti, söz bitti…”
Adımların, eski bir hatıranın yankısı olur karanlık sokaklarda.
Ve sen bir kez daha anlarsın:
En uzun yollar, içimizde başlar.
Belki menzil bir mezar taşı kadar sessizdir;
belki bir kucak bütün fırtınaları dindirir.
Ama yürümek kaderdir…
Bizim yolumuz; sevdayla, sızıyla, gözyaşıyla çizilmiştir.
Ne dönmek vardır bu yolda, ne de unutuş…
Sadece yanarak varmak vardır,
yanarak ama dimdik durarak.
Yolumuz uzun…
Bir yanımız umutla yanar, bir yanımız küllerle.
Her adımda bir hatıra, her durakta bir “ah” gizlidir.
Dönüp bakarsın geriye;
kimler geçti, kimler gitti sessizce…
Bir dostun tebessümü kalır aklında,
bir sevdanın vedası kalbinde sızı gibi.
Yol uzadıkça insan eksilir biraz.
Ama eksildikçe de olgunlaşır, derinleşir.
Bir bakarsın, yıllar geçmiştir ama sen hâlâ aynı sokağın köşesinde,
aynı yaraya elinle dokunuyorsun…
Çünkü bazı acılar geçmez; sadece susar.
Sen her geçtiğinde içinden bir “of” yankılanır.
Kader der ki: “Bu yol senin imtihanın.”
Sen yürürsün; bazen yağmur altında, bazen sessiz bir akşamda.
Kimi gün bir gariplik çöker yüreğine,
kimi gün bir çocuk gülüşü ısıtır içini.
Ama ne olursa olsun, bu yolun her adımı seni sen yapar.
Yolumuz uzun…
Ve belki de bu uzunluk, hayatın en güzel yanı.
Çünkü kısa olsaydı, sevdayı böylesine derinden hissedemezdik.
Çünkü uzun olmasa, yürek bu kadar yanmazdı.
Ve bir gün,
yorgun ama dimdik varırız menzile.
Omuzlarımızda yılların yükü,
gözlerimizde bir ömrün hikâyesiyle…
O zaman anlarız:
Bu yol sadece yürümek için değilmiş;
sevmenin, sabretmenin ve yanarken bile gülümsemenin yolculuğuymuş.
Yolun sonunda ne var, bilmem…
Belki bir dua, belki bir sessizlik.
Ama şunu bilirim:
Yolda yanan her yürek,
bir gün ışığa kavuşur mutlaka.
Kimi toprağa, kimi dosta, kimi Allah’a varır;
ama hepsi bir şekilde huzura varır.
Yeter ki yürüdüğün yol gönül yolundan ayrılmasın.
Çünkü asıl varmak, menzile değil, merhamete varmaktır.