Eşimle birlikte dost ve akraba ziyareti amacıyla gittiğimiz bir haftalık Almanya gezimizden, memnun bir şekilde yurdumuza döndük. Bu seyahatimizdeki Almanya izlenimlerimizi sizlerle paylaşmak istedim.

Dost ve akrabalarımız sayesinde Bochum, Düsseldorf, Wuppertal ve Essen gibi şehirlerini ve bu şehirlerdeki kültür ve sanat yapılarına ait mimari eserleri, coğrafi konumları, sosyal ve ekonomik özelliklerine dair birçok zenginliklerini gezip gördük.

Bizimle ilgilenen dost ve akrabalarımıza, misafirperverliklerinden dolayı ayrı ayrı teşekkür ederiz. Ayrıca Uçuş yolculuğumuzda, Avrupa standartlarının üstünde olduğuna tanık olduğumuz THY’nin yönetimine ve personeline ayrıca teşekkür ederiz.

Hesapta olmayan bir anımızla yazıma başlayacak olursam; Türkiye’den, Almanya’nın Düsseldorf Havalimanı’na indiğimiz uçakla, bizimle birlikte bagajlarını almak için bekleyen, Orta Doğulu olduğu anlaşılan bir aile, çocuğunun, babasına ‘baba baba’ diye seslenip bir şey söylemek isterken, annesinin, bir kartal gibi çocuğuna yaklaşıp ‘Türkçe yok, Türkçe nayin’ diyerek azarlaması eşimin dikkatinden kaçmamış, daha başında ziyaretimize ruhen bir sıfır yenik başlamıştık.

İlgisiz kalamayarak neden böyle bir şey yaptıklarını, sorduğumuzda da aile, kem kümlerle olayı geçiştirmeye çalıştı ise de, ailenin tarzanca konuşmalarından, 5 yıl Türkiye’de yaşadıkları ve büyük ailelerinin de halen Türkiye’de yaşadıkları anlaşılıyordu. Bu vefasız ailenin bukalemunlaşma çabaları Almanya’ya için de boşunaydı aslında.

Konumuza dönecek olursak, genel hatlarıyla edindiğimiz izlenimlerde, şehirlerde cadde ve sokaklarda, tabiri caizse yetmiş iki buçuk millet vardı. Alman’ın haricinde her renk ve tipten millet caddelerde fink atıyordu.

Yerlilerin yaşadığı sakin ve elit kesimlerdeki sokak ve parklarda ise oldukça yaşlı kesimin yer aldığı, gençlere pek rastlanılmadığı görülüyordu.

Genelde birbirine bitişik olan şehir, kasaba ve köylerdeki yeşillikler arasına saklı yerleşim yerleri, oldukça sakin sokak ve caddeleri temiz, bizim kadar nüfusa sahip olan ülkenin, araç gereç ve insan trafiği de gayet sakindi.

Her ev ve apartmanın önünde bulundurulan ayrıştırılmış çöp konteynerleriyle disiplini işaret eden yerleşim yerlerinin, dikey değil yapay yapılaşma ile konut mimarilerinin bizdeki gibi keyfe keder olmadığı, inşaat, tamirat, enkaz vs. ile ses ve görüntü kirliliğinin olmadığı gerçeğiyle, uygulanabilir bir kurallar ülkesi olduğunu rahatlıkla görebiliyorduk. Araçları ve evleri hep bakımlı, tatbikata hazır bir askeri birlik gibiydi.

Bizden sekiz on derece daha serin olan Ülkenin, görünen bitki florası da bizdekinin hemen hemen aynısıydı.

Belediye otobüsleri olsun hava ve yer tramvayları olsun, toplu taşıma araçlarına her binen yolcu, şoförlere bir şey göstermeden geçip koltuklara oturuyordu. Ara sıra yapılan kontrollerdeki 60 Euro cezası olan bu kural, sanıyorum tam bize göreydi (!).

Elberfelt Katolik kilisesini, Anahtarlar şehri olan Velbert’i, bölgeyi hava yollarına bağlayan Düsseldorf’u; daha çok yabancıların barındığı Essen’i; bir zamanlar zengin kömür madenleriyle ünlü, yer altı boşaltılmış Bochum’daki dünya kültür mirasına girmiş ‘Deutsches Madencilik Müzesi’ni gezip görmekten memnun olduk. Ayrıca, Wuppertal şehrine has Wupper nehrinin üzerine dev ayaklarla kurulu hava tramvayına binerek şehri gezip görmemiz, gezimizin güzel yanlarından biriydi.

Nasip olursa, Salı günkü yazımızda da; ‘Aklımdaki Deli Sorular’ başlığıyla Almanya’nın Türk ve diğer milletlere bakış açısı ile eğitim ve öğretimdeki gizli asimilasyonu hakkındaki görüşlerimizi, Avrupa’da eski saltanatının hüküm sürüp sürmediği; ekonomisinin sendelemesine, kıt kanaat geçinmesine rağmen her yönü ile karşılaştırdığımızda, bizden neden üç kat daha refahlar? sorularına cevap bulacağız...