Her ne kadar 11 Mart tarihi itibarı ile bizimle birlikte bütün dünyayı kasıp kavuran Koronavirüs salgını yavaş yavaş eski gücünü kaybetmeye başlayınca dikkat ediyoruz  aylardır "Korona bütün dünyayı yaktı kül etti" diyen çok sayıda tanıdık bugünlerde "Acaba gelecek ay Avrupa'nın hangi ülkesini ziyaret edelim" sorusuna cevap aramakla meşguller.

Bu tür salgın hastalıkların bir ömür hayatımızı zehir edecek durumu yok, Konu ile ilgili bilim adamları zaten başından beri gerekli ikazları yapıyorlar, ikazları dinleyerek yerine getirenler için bazı kısıtlamaların dışında fazla bir yorgunluk olmadı ancak asıl cefayı "bana bir şey olmaz" diye hiç bir kanun, yasa tanımayanlar çektiler.

Koronanın etkisini belli bir oranda kaybetmesi ile dağılan sis bulutu yazımızn başında da belirttiğimiz gibi  anında ülkemiz ile Avrupa başta olmak üzere dünyanın tüm ülkeleri arasındaki mukayese edilmeye başlandı, Daha doğru bir ifade ile 11 mart ile 01 Haziran tarihi, arasındaki 81 günlük kasvetli hava vatandaşın hafızasından anında silindi ve Avrupa ülkeleri ile ilgili bitip tükenmeyen mukayeseler yapılaya başlandı.

Tabi böylesii  zor zamanlarda bu halkın ortalamasını yaşayan sade bir vatandaş olarak bizimde  aklımıza hep “dünyanın var olan bütün belaları gelip bizi buluyor ve bir türlü bırakmıyor, Avrupalı rahat ve huzur içerisinde yaşarken biz kendimizi terörden, ekonomik sıkıntıdan, siyasetçilerin bitip tükenmek bilmeyen ihtiraslarından bir türlü kurtulamıyoruz, Ölüp gitmeden bizde Avrupalı gibi huzuru bulabilecekmiyiz.?” soruları geliyor.

Böyle bir sorunun cevabını aramak için isterseniz on dakika, isterseniz iki ay isterseniz on yıl düşünün mesele sonunda dönüp dolaşıp siyasete ve Ülkeleri yöneten siyasetçilerin aldıkları yada alamadıkları kararlar dolayısı ile ortaya çıkan iyi ve kötü yaşam biçimine dayanıyor.

Bir gezi dolayısı ile 2004 yılında Kırgızistan’a gitmiştik, yoksulluğun kol gezdiği, yeraltı kaynaklarının ve teknolojinin olmadığı ata yurdunda vatandaşın yoksulluk dolayısı ile çektiği acı her noktada belli oluyor ancak Bağımsızlığını kazanmasının üzerinden yıllar geçtiği halde ülkede o günlerde bir türlü bitirilemeyen kayırmacılık taban ile tavan arasındaki farkında sonuna kadar belli ediyordu.

Kırgızistan’dan, Türkiye’ye dönüş için havaalanına gelip pasaport işlemlerini tamamlamak için yüzlerce insan ile birlikte sıraya girmiştik, işlemlerin yavaş işlemesi bir taraftan, hava sıcaklığı bir taraftan tam bunaldığımız anda arka taraflardan bir Kırgız polisinin bir vatandaşın elinden tutup onun bagajları ile birlikte kalabalığı yara yara en öne geçtikten ve vatandaşın pasaport işlemlerini yaptıktan sonra hiç bir şey olmamış gibi geldiği yerden geri gittiğini görünce bir şeyler söylemek istedik ancak yanımızdaki mihmandarımız “Yüksel Bey burada işler böyle yürüyor, Demokrasi buralara henüz uğramamış, bu yüzden üst noktada bulunanlar için hayat ne kadar güzel ise alt tabakadaki insanlar için o kazar zor, inşallah gün gelir demokrasi Kırgızistan’a da uğrar” diye konuştu.

Kırgızistan dönüşünden aylar sonra bu kez bir iş ziyareti için Hollanda’ya, Amsterdam ’a gittik, ertesi gün şehrin caddelerinde dolaşırken arkadaşımız bisiklet ile yanımızdan geçen kişiyi gösterip “Abi bu bisiklet ile giden Hollanda’nın başbakanı” dedi, arkadaşımıza “Böyle bisiklet ile dolaşan Başbakan olurmu” diye sorduğumuzda da “Abi burada Başbakan işe adam almaz, nakil için taraf olmaz, kişiler ve yakınlar için tasarruf kullanmaz, o yüzden Başbakan buradaki insanlar için önemsenmez, çok sayıda Hollandalı Başbakanın kim olduğunu bile bilmez, Zira siyaset buradaki insanların hayatında yoktur” dediğinde şaştık kaldık.

Sonraları zaman zaman Doğudaki zaman zamanda Batıdaki ülkeleri pek çok kez ziyaret ettik, Bir taraftan o ülkelerdeki şehirlerin mimarisini incelerken daha fazla bir zaman dilimi içerisinde de oradaki siyasete baktık, o ülkelerde siyasetin insan hayatına ne kadar egemen olup olmadığını inceledik.

Bizim memlekette siyaset her şey, Bir zamanlar televizyonlarda bir markanın tanıtımı için hazırlanan reklamda “Eldivenden , merdivene kadar her şey” ibaresindeki gibi Türkiye’de siyaset doğduğumuz günden öldüğümüz güne kadar maalesef bizi sarıp sarmalıyor, hayatımızın şekillenmesinde son derece büyük ve etkin bir rol oynuyor.

Siyaset en basit anlamı ile İnsana hizmet yoludur, 1950 yılında “Yeter Söz milletin” sloganı ile geçilen çok partili hayat sayesinde milletimizin Avrupa Ülkelerinde yaşayan insanlar gibi rahat edecekleri, siyasetin insanın rahatı için çaba gösterileceği düşünülüyordu.

Ancak bu hedef aradan geçen nerede ise 70 yıllık zaman zarfında bir türlü gerçekleştirilemedi, siyasetçilerimizin başarısızlığına askerlerin her on yılda bir gerçekleştirdikleri darbelerde eklenince insanımızın hayat standardı bir türlü yukarılara çıkamadı, siyasete bir şekilde bulaşanların kendisini kurtardığı memlekette vatandaş halen daha ay sonunu getirememenin sıkıntısını yaşıyor.

Siyaset mekanizması iyi işlese daha açık bir ifade ile siyaset makamı herkese eşit mesafede olsa, “Bana oy verene daha yakınım oy vermeyene daha uzak” anlayışından vaz geçse, Teknolojiye var olandan daha fazla yatırım yapsa, Bilim adamlarının sağına soluna, hangi siyasi fikri savunduğundan çok bu memleket için neler kazandıracağı ile ilgilenilse, nihayetinde Liyakat esasına göre hareket edilse sanıyoruz ki durum bu günden daha farklı olurdu.

Türkiye artık kararını vermek zorundadır, Bu ülke ya doğu toplumlarındaki gibi adam kayırmanın sınıf ayrımcılığının var olduğu bir ülke olarak içerisinde bulunduğumuz sorunlarla boğuşmaya devam edecek yada Başbakan ile en yoksul vatandaşın arasındaki refah seviyesinin arasındaki makasın kapandığı bir ülke konumuna gelecektir.

Her iki hal içinde karar vatandaşın..