İki bin yirmi üç yılını geride bırakıp, iki bin yirmi dörde de merhaba derken ilk yılbaşı yazımda dileklerimizi anlatmaya çalıştım. 
Doğaldır ki her insan yeni bir yaşam döneminden güzel beklentiler içerisinde olur. Olur da bu gerçekleşir mi işte orası meçhul. 
Hani şairin dediği gibi: 
“Artık demir almak zamanı gelmişse zamandan,
 Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.”
Dünyanın birçok yerinde özellikle iki bin yirmi üç yılı felaketle geçti. Geçmeye de devam ediyor.
Kimi yerlerde doğal afetler kimi yerlerde ekonomik sorunlar kimi yerlerde savaşlar kimi yerlerde terör saldırıları kimi yerlerde de geleceği umutlandıran bilim çalışmaları buluşlar…
Ülkemizde doğaldır ki bu gelişmelerden nasibini almaktadır. 
Yeni yılın ilk günleriyle birlikte ekonominin iyice bozulduğu, özellikle de bordrolu değimiz çalışan emekçi kesimlerin aleyhine bozulduğu bir durumla karşı karşıyayız. 
Bu durumdan en çok ta çalışan bordroluların emekli kesimi etkilenmektedir. 
Çalışan yüzde elli zam alırken emeklisine yüzde otuzlar civarında verilen maaş zamları insanların canını acıtmaktadır.
Ekonomi orta yerde dururken bir yandan da terör saldırıları ile insanların canları yanmaktadır. Hem onlarca şehit vererek can kayıpları yaşanırken hem de onların aileleri anne-babaları, eş ve çocuklarının canı yanmakta hayatlar sönüp gitmektedir. Özellikle de şehit olan ailelerin tabiri caiz ise dört duvara mahkûm yaşamları yürekleri bir kat daha fazladan yakmaktadır. Bu arada şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Sonuçta onlar bizim rahat ve güvenli yaşamamız için canlarını feda ediyorlar.
Buda yetmiyormuş gibi yerel seçim ortamına girilmiş ve sanki iki karşı devlet gücünün adeta savaşa gider gibi yaklaşım ve söylemleri içimizi on kat daha acıtmaktadır. 
Oysa, nedir bu anlamsız mücadele? 
Göreve talip olan her vatandaş her siyasi oluşum bu ülkenin asli unsuru değil mi? Değilse neden bunlara fırsat veriyorsunuz?
Diyelim ki istemediğimiz bir siyasal parti üstünlük sağladı. Sonuçta süre beş yıl ile sınırlı değil mi?
Yönetemediğini anlayan vatandaş ikinci dönem ona verdiği yetkiyi alır size verir. 
Bir de şunu söylemekte yarar vardır. Kim olursa olsun ben şunu yaptım, ben bunu yaptım diye böbürlenmesin. Sizin yapmış olduğunuz işler ekstrem işler değil. Sizin yaptığınız işler zaten ülkemizde olması, yapılması gereken işlerdir. Daha doğrusu vatandaş zaten yapılan ya da yapılmayan her şeyin farkındadır. Size onları yapın diye yetki vermiş. Övünesiniz diye değil.
Şu, bunu yaptım, şunu yaptım gibi reklam araçlarının yasaklanması gerektiğine inanıyorum. Kardeşim bir şey yaptıysanız o zaten bize yansıyor. Vatandaş onu yaşayarak görüyor. Milyonlar verip reklam duvarlarına pankartlar asıp, vatandaşın parasını çöp edeceğinize, paralarımızı o reklam panolarına değil de ihtiyaca dönük projeler üreterek oralara harcasanız daha iyi olmaz mı?
Yani sözün özü vatandaş kıt kanaat ödediği o vergi paralarının çöpe değil kendisine dönük hizmetlere kullanılmasını istiyor.
Şairin dediği gibi meçhule giden bir geminin kalkmasını beklemeyelim. Geleceğe umutla ve emin adımlarla yürüyen geleceğimiz olan gençlerimize mutlu ve sorunsuz bir gelecek bırakmak için çalışalım.
Canımız acısın istemiyoruz.
Her gün bir şehit haberine uyanalım istemiyoruz.
Ev bulamadığı, çocuğuna bir şey alamadığı için intihar eden aile dramlarına uyanmak istemiyoruz.
Parasızlıktan üniversite kayıtlarını dondurup köyüne geri giden gençlerin haberlerini duymak istemiyoruz.
Torunlarıma bir şey alamadım diye ekran karşısında göz yaşı döken emekli görmek istemiyoruz.
Etin altınla yarışır fiyatları yüzünden evine et giremeyen aile yıkıntılarını duymak istemiyoruz.
İşsizlikten yurt dışına kaçma planları yapan gençlerin haberlerini görmek istemiyoruz.
Vatandaşın hak ve hukukunu korumak üzere kurulmuş olan mahkemelerin biri birine attığı çelmeyi ve hukuksuzluğa tanık olmak istemiyoruz.
Değersizleştirildiğini, ekonomik yetersizliğini ve can güvenliği gerekçe göstererek yurt dışına çıkmak isteyen nitelikli beyaz yakalıların haberlerini de görmek istemiyoruz.
Oysa bu ülkenin tüm doğal kaynakları doğru kullanıldığında yüz yıllar sonrasına bile yetecek kapasitededir. 
Hatta bunları doğru uygulayabilmek için yeterli insan kaynağı ve iş gücüne de sahibiz.
Niye canımız yanıyor? Diye soranlara da cevabımız şu olsun;
İşte bunlara, yukarıda saydıklarım için içimiz acıyor, canımız yanıyor.