Bugün yazımı yazmaya hazırlandığım sırada çokta ilgi alanım olmadığından takıldığım bir konu için aradığım Ardahan eski cami imamlarından Ahmet Ballı  hoca ile sohbet ederken 'Hazreti Musa ve Yuşa..' başlığı koymayı düşündüğüm yazımın başlığının değiştiğini görüyordum.
Çünkü rahatsızlığı dolayısıyla Erzurum'da geçirdiği operasyon ardından daha yeni evine geldiğini de öğrenip, sağlığı için dua ederek, geçmiş olsun dileğinde bulunduğum Ahmet Ballı'ya sorduğum Yuşa'nın peygamber olmadığı ama asıl peygamber olan Musa'yı kopyalamaya çalışan dini bilgilerle dolu bir insan olduğunu anlatırken bende bir yandan her iki ismi Musa ile Yuşa'nın benzerliklerini gördüğüm araştırmama devam ediyordum.
Bin yıldan fazladır Arap ve Filistinlilerle  savaşan İsrail oğullarının 
peygamberi olan Musa Peygamberin Asa'sıyla Arap dünyasının etrafını sardığı Kızıldeniz'i yarıp, ordusunu boğdurduğu Firavunla mücadelesini bir kez daha  okurken Beykoz'da bulunan mezarını ziyaretim ardından ayrıldıktan sonra hakkında ele aldığım bir yazı ile aklıma Yuşa geldi.
Musa'yı kopyalamaya çalıştığı ve Ahmet Ballı'nın peygamber olmadığını belirttiği Yuşa'nın da bugün kan revan içinde olan bölgede bulunan Ürdün Nehrini ordusu için ikiye ayırttığı rivayetlerine rastlıyor Ahmet hocanın ‘Musa peygambere özenen, yolunda gitmek isteyen kopyalamaya çalışan bir insan’ olduğu tezi doğrulanırken ve ikisinin de İsmailoğlularının dini liderleri olduğu ve Yahudi nesli için mücadele ettiklerini de anlıyordum.
Ahmet Hoca'ya sorduğum sorularda şu an kan revan içinde olan toprakların Filistinlilerin toprağı olmadığını ve İsrail oğullarının asıl topraklarının olduğunu bir kez daha teyit ederken.. 
İslam dünyasının kıblesi olarak ilan ettiği Mescidi aksanın benim gibi bir kürt olan Selahattin'i Eyyubi tarafından ele geçirildiğini anlatan kaynaklara baktığımızda ise Selahattin'i Eyyubi'nin de bu toprakların İsrail oğullarının olduğunu kabul edip aynı topraklarda barış içinde yaşanabileceğini ima eden tutum ve davranışlarda bulunduğunu ve Yahudiler ile Müslümanların birlikte yaşayabileceğini anlatmaya çalıştığını anlıyordum. 
Gelelim 2 yıl önce İstanbul Beykoz tepesinde bulunan devasa mezarını ziyaret edip dini bilgim çok olmamasına karşın ele aldığım ve kendimce değerlendirme yaptığım Hz. Yuşa ile ilgili yazıma. 
Ele aldığım ‘Hz. Yuşa tepesi’ yazıma diyecektim ki bugün ki yazıma başlık olan konuya. Ardahan’dan çıkıp Mekke’de mağaza açan Ermeni'ye bakayım dedim. Ve dönüp bir çok kez hacca gittiğini bildiğim Ahmet hocaya bu meseleyi de sordum. 
Evet doğrudur, Ardahan’dan göç etmek zorunda kalan ya da zorunda bırakılan Ermenilerin Mekke dahil dünyanın bir çok yerine yayıldığı gibi Yahudilerinde aynı durum ve şartlar dolayısıyla bugün yeniden toparlanmaya çalıştıkları topraklardan çıkarıldıkları, itildikleri gerçektir diyordu.
Tam da burada okyanusları yarıp zaten oldukları ak denize gelen silah dolu gemilere ‘Amerika nere, İsrail nere, Ak deniz nere?’ Sorusunu soranların Kızıl denizi ikiye bölen Hz. Muşa ve ona özenen ama peygamber olmadığı söylenen Yuşa’nın ayırdığı dediği Ürdün nehrine bakmak gerekir. Dicle ve Fırat nehrini unutmadan..
Ha bu arada Yuşa için ele aldığım yazıyı merak edenler için aşağıda ki yazımı hediye edeyim..
**Hz. Yuşa Tepesi..
Tüm İslam dünyasının yeniden merhaba dediği mübarek Ramazan ayı içinde bulunduğumuz şu günlerde birçok kutsalın olduğu İstanbul metropolünün keşmekeşinden hala inanmadığım ve abartılıp, ekonomi başta olmak üzere, sosyal yaşamı bitiren pandemi yasaklarının sözde önlemlerinin getirdiği yasakların boşalttığı yolların avantajını fırsat bilip, o keşmekeşten bir anda çıkıp, kendimi bulduğum tepede türbe ve dev bir insanın yattığı söylenen alanda, kendimi buluyorum.
Günü birlik birçok tepesini ziyaretlerde bulunduğum ve Yeditepe denen dünyanın en güzel kentlerinden olan İstanbul'un o hep anılan halini, trafiği, betonu, yoğunluğu, bir depremle yerle bir olacak gecekondularını, gökdelenlerini geride bırakıp, bir anda kendimi bulduğum alanın, Hristiyan ve Yahudi dünyası içinde çok önemli bir alanda   buluveriyorum.
Ve bir anda kendimi tarihçi sanıp, bulunduğum yer hakkında araştırmaya giriyor, Hz. Yuşa, yani diğer adı ve anlamı ile Yûşa (Yeşu) olan İbrânîce aslı, “Tanrı kurtuluştur” veya “Tanrı kurtarır” anlamına gelen Yehoşua’dır (Yeoşua). Tevrat’a göre aslı Hoşea olan bu ismin zamanla Yeşua biçiminde kısaltıldığı ve bu ismin Arapça’ya Yûşa diye geçtiğini de öğreniyorum.
Yeşu ismi ilk defa, Mûsâ önderliğinde İsrâiloğulları’nın Mısır’dan çıkışını takiben Sin çölündeki Refidim’e gelmeleri sırasında tarih sahnesine çıktığını, Refidim’de İsrâiloğulları ile savaşan Amalek’e (Amâlika) karşı Mûsâ, Yeşu’yu görevlendirildiğini ve Yeşu Amalek’i yendiğinde bu tepede Hz. Yuşa'nın 17 metrelik mezarının bulunduğu, bu mezarın olduğu camili bahçedeki akmayan çeşmelerinde elimi, yüzümü yıkayamasam da kutsal denen alanda birçok şey öğreniyor ve benim gibi buraya neden geldiklerinden bihaber olanlarla birlikte mezar denen kabrin üzerindeki güllerden ikisini kopararak, sanki suç işler gibi gizlice kalbimin üzerindeki cebime koyup, duamı edip çıkıyorum.
Yeşillikler içinde sığındığım Kız Kuleli sarışın limandan ayrılan ve kanal kardeşinin geleceği söylenen, mavi boğazı geçip, doğalgaz bulunduğu söylenen ama bu bulunmanın da birçok şey gibi unutulduğu Karadeniz'e geçen gemileri izlerken, 195 m. rakımlı Boğaz’a hâkim, 3. Köprünün tepesinde Yuşa tepesi tarihin eski devirlerinden beri çeşitli inançlarda kutsal kabul edilmiş ve burada şu an çoğu ortada olmayan, olanlarında ise birçok yerdeki tarihi eserler gibi yıkık, dökük olduğunu üzülerek görürken, Yuşa tepesindeki mezardan ilk bahseden kişinin memleketim Ardahan'a meşe Ardahan adını veren Evliya Çelebi olduğunu öğreniyorum.
Benim gibi çok gezdiğini bir kez daha anladığım Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinde Yuşa tepesini ve Yûşa‘ nebîyi ziyaret ettiğinden söz ederek bu tepede Yûşa‘ın mezarının, bir tekkenin ve “fukara”sının bulunduğunu ama Yuşa tepesindeki mezarın Yûşa‘ peygambere aidiyeti inancı yaygın olmakla birlikte Hz. Mûsâ’nın yardımcısı olan Yeşu’nun Beykoz’a gelmediğini, gerçek mezarının Nablus veya Halep yakınlarında bulunduğunu, Yuşa tepesindeki kabrin ise evliyadan veya havârilerden birine ait olabileceğini kaydettiğini de öğreniyorum. 
Arapça bilmedikleri halde gittikleri camilerde imam ne derse amin diyen, neye, kime dua ettiklerini çokta bilmeyen ama Konya Akşehirde gittiğim Nasrettin Hoca'nın mezarından bile medet umup, umut bağlayan ve oradan çıkıp, Saros, pardon Yoros kalesinin bulunduğu tepeye çıkıp, selfie çekme yarışı içindeki birçok insanı izlerken..